Dolmabahçe Sarayı 31. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid’in emriyle 1843–1856 yılları arasında inşaa edilmiştir. İnşaat faaliyetlerinin başına Osmanlı Hassa Mimarlık Ocağı’ndan Ebniye-i Şahane Kalfası Garabet Balyan ile oğlu Nikogos Kalfa getirilmiştir. 13 Haziran 1843 yılında inşaatına başlanan Dolmabahçe Sarayı’nın açılışı 7 Haziran 1856 tarihinde gerçekleşmiştir. Ana binası yaklaşık olarak 17 bin metrekarelik bir alana oturmakta ve içerisinde 285 oda, 43 salon, 82 koridor, 64 hol, 62 tuvalet, 6 hamam,9 özel banyo, üç mutfak ve 5 kiler bulunmaktadır. Bahçesi ve tüm müştemilatı ile birlikte Dolmabahçe Sarayı’nın kapladığı alan yaklaşık olarak 110 bin metre karedir.
Osmanlılar tarihte esas itibariyle yedi büyük saray inşâ ettiler. Bunlar: Bursa sarayı, Edirne sarayı, Eski saray, Topkapı sarayı, Dolmabahçe sarayı, Çırağan sarayı ve Yıldız sarayı’dır. Topkapı sarayı ve Yıldız sarayı birbirine çok benzerler. Bunların haricinde Konya, Halkalı, Belgrad, Semendire, Niş, Dimetoka, Filibe, Sofya, Budin, Selanik, Yanbolu, Çorlu gibi Padişaha mahsus saraylarda vardır.
Dolmabahçe Sarayı bugün şüphesiz Türkiye’deki sarayların en muhteşemidir. Ancak İstanbul’daki Osmanlı saraylarının en ünlüsü yinede Topkapı Sarayı’dır. Zira uzun seneler devletin yönetim merkezi ve padişahların resmî ikametgâhı olarak kullanılmasından kaynaklanan sebeple, Türklerin zihin tarihinde iktidarı, kendinden önce ve sonra inşâ edilen Osmanlı saraylardan çok Topkapı sarayı temsil etmektedir.
Sultan Abdülmecid’in inşa ettirdiği Dolmabahçe sarayı bizim siyasal tarihimizde iki farklı döneme hitab etmiş olan özel bir yapıdır. Devlet başkanının ikametgâhı ve devletin temsil makamı olan saray bu yönüyle hem imparatorluğa hem cumhuriyete hizmet etmiştir. Halen günümüzde ara sıra resmî etkinlikler için kullanılmaktadır. Adeta kubbesi küçük bir semaya benzeyen sarayın en görkemli salonu tüm dünyanın dikkatini çekebilecek konukların ülkemize gelmesi durumunda kullanıma açılmaktadır.
Dolmabahçe Sarayı, kullanıma açıldığı 7 Haziran1856 tarihinden, halifeliğin kaldırıldığı 1924 yılına kadar, Aralıklarla 6 padişah ile son Halifeye konutluk etmiştir.
3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan 431 sayılı yasanın 8.9.10. maddeleri gereği Türk milletine geçmiştir. Bu tarihte Halife Abdülmecid Efendi’nin İstanbul’dan uzaklaştırılmasından sonra saraylar üç ay kapalı kaldı. Haziran ayında Milli Emlak Müdürlüğü tarafından kurulan Tahrir ve Tespit Komisyonu, üç ayrı alt komisyonla saraylardaki eşyaların bulundukları yerlerde tesbit ve sayımına başladı. Bu komisyonun başkanı daha sonra Selek soyadını alan Hazine-i Hassa Nezareti eski görevlisi Sezai Bey’dir. Sezai Bey’in başkanlığında yürütülen sayım ve tespit işlemi esnasında saray mekânlarının numaralandırılması da yapılmış ve bugün aynı numaralandırma halen kullanılmaktadır. 19 Ocak 1925 Bakanlar Kurulu Kararı ile Dolmabahçe Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı, Milli Saraylar ismi altında muhafaza edilmek üzere, kurulacak Milli Saraylar Müdiriyeti yönetimine bırakıldı. 1 Mayıs 1925 yılında söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı’na istinaden Milli Saraylar Müdiriyeti kuruldu, kurumun başına müdür olarak Sezai Bey atandı.
19.Yüzyılda Osmanlı yöneticilerinin ıslahat hareketlerine hız verdikleri bir çağda inşa edilmiş olan Dolmabahçe Sarayı, yine en önemli değişim hamlelerine Atatürk’ün eliyle cumhuriyet den sonra sahne olmuştur. Nitekim Tanzimat dönemi, II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet devirlerinin siyasî hadiselerine tanıklık etmiş olan bu muhteşem saray, cumhuriyet sonrasında M. Kemal Atatürk’e de ev sahipliği yapmıştır.
Atatürk’ün Saraya İlk Gelişi
1927 yılından itibaren Mustafa Kemal ile birlikte Dolmabahçe Sarayı artık Riyaset-i Cumhur Makamı olarak isimlendirilmiştir. Atatürk, başkent Ankara dışına seyahat ettiği zamanlarda İstanbul haricinde hiçbir yerde birkaç geceden fazla kalmamıştır. Ancak 15 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince 31 kez İstanbul a gelen Atatürk’ün ilk gelişi 1 Temmuz 1927 son gelişi ise 27 Mayıs 1938 dedir. Bu 11 yıllık zamanının dört yılını Atatürk muhtelif fasılalarla başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere Beylerbeyi Sarayı, Yalova Riyaset-i Cumhur Köşkü ve Florya Deniz Köşkü’nde oturmuştur.
Atatürk’ün kaldığı bu dört mekân da bugün Milli Saraylar bünyesindedir ve onun hatıralarıyla doludur. Yalnız Beylerbeyi sarayı’nda hiç yatmamış olup misafirlerini ve dostlarını ağırlama işinde kullanmıştır. En fazla kaldığı mekân İstanbul’da kendisine merkez ittihaz ettiği Dolmabahçe Sarayı olup İstanbul’a ilk gelişinde 1Temmuz 1927 Cuma günü ikindi sonrasında, saat altıyı biraz geçe, halkın temsilcileri kendisini bu sarayda karşılamışlar, ölümünden sonra ise halk cenazesini 19 Kasım 1938 cumartesi sabahı yine bu saraydan uğurladılar.
1927–1938 tarihleri arasında muhtelif aralıklarla sarayda kalan Atatürk’ün, sarayda geçirdiği günlerin toplamının dört yıllık bir süreyi kapladığını görürüz. Şüphesiz bir askerî ve siyasi deha olan Atatürk’ ün hayatında dört yıl mühim bir yer tutar. Ne var ki Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayındaki hayatı, pek fazla işlenmemiştir. Atatürk’ün Dolmabahçe’deki hayatıyla ilgili yayınlar arasında şu ana kadar en tafsilatlısı N.Ahmet Banoğlu’ nun hazırladığı “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı” adlı eser olsa da bunda dahi Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayında geçirdiği günler hakkındaki bilgiler yine de çok sınırlı haldedir. Yakınında ve sofralarında bulunanlar, onunla ilgili hatıralarda ne yazık ki not tutmamışlar fazla ayrıntılara girmemişlerdir.
Gazi M. Kemal Atatürk 1927 yılının 1 Temmuz’unda İstanbul’a geldiği gün, doğrudan Dolmabahçe Sarayı’na girdi. Muayede Salonu’na gelen Atatürk burada kendisine saygılarını sunmak için toplanan heyetler ve davetlilere heyecan veren bir hitabette bulundu. Edebi bir eser olan bu hitabeti O’nun İstanbul’daki ilk nutkudur. Nutkunda Atatürk : “...artık bu saray milletin sarayıdır, ben burada milletin bir ferdi bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım...”diyordu. Atatürk kendisi böyle söylese de, saltanatın temsil edildiği bir sarayda kaldığı yinede ağızdan ağza dolaşır. Hâlbuki bu, yönetimin artık padişahlıktan halka geçtiğini göstermek için özellikle alınmış bir tavırdır. Nutkun bitişinden sonra, cumhurbaşkanını ilk başta halkın temsilcileri olan milletvekilleri, sonra sırasıyla Vali Süleyman Sami, Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa, Belediye Başkanı Muhiddin Bey ve salonda bulunan toplam 955 kişi Reis-i Cumhur’un ellerini sıkmak suretiyle saygılarını sundular.
Hakikaten, iç tasarımının fevkalâde göz kamaştırıcı hazırlandığı, halkın zihninde padişahın ikametgâhı ve monarşinin sembolü durumunda olan sarayda acaba Atatürk her İstanbul’a gelişinde niçin oturmuştur? Ayrıca saltanatı temsil eden saray ile kendisinin hükmünü ortadan kaldıran cumhurbaşkanını ilk bakışta yan yana gelebilen unsurlar gibi görünmeyebilir.
Asırlar boyunca, devletin siyasetini belirleyen saray, iktidarın ve yönetimde söz sahibi oluşun simgesi ve en üst düzeydeki kararların alındığı bir merkezdi. Saray kelimesi Farsça olup hükümdarın oturduğu yer anlamına gelir. Eski Roma’da zengin ve Kudretli kimselerin evleri Palatin dağı üzerinde inşâ edilmiş olduğundan bu nevî muhteşem ikâmetgâhlara Palatinus denirdi.
Atatürk’ün cumhurbaşkanı sıfatıyla İstanbul’u ilk ziyaretinde doğrudan doğruya saraya gelerek yerleşmesi ve daha sonraki gelişlerinde de çalışma ve ikamet amacıyla hep Dolmabahçe Sarayını tercih etmesi şüphesiz sarayın tarihimizdeki üstlendiği hâkim rol sebebiyledir.
Tarihin akışı içerisinde üstlendiği bu hâkim rol nedeniyle saray, millet hafızasında daima hâkimiyetin sembolü olmuştur. Bu tavrıyla Atatürk, halka ve bütün dünya ya bundan böyle hâkimiyetin hanedandan millete, monarşiden cumhuriyete intikal ettiğini ve hâkimiyetin sembolü olan Saray’da artık bundan böyle hâkim gücün “ millet” olacağını sergilemiş oluyordu.
Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda
Atatürk Dolmabahçe Sarayında bulunduğu sürece O bu sarayı yalnızca bir ikametgâh ya da dinlenme mekânı olarak görmeyerek devleti uğruna yoğun bir çalışma merkezi haline getirmişti. Saraydaki çalışmaları içinde özellikle üçü devrim tarihimiz açısından büyük önem taşır. Bunlar Harf İnkılâbı, Türk dili ve Türk tarihiyle ilgili çalışmalarıdır.
1931 yılında tarih ve dil konularını devlet çalışmaları içine alan asker Mustafa Kemal, bu işleri son nefesini verdiği 1938 yılına kadar hem de sağlığını yıpratıcı bir yoğunlukta Dolmabahçe Sarayı’nda yürütmüştür. Riyaseti cumhur makamı olarak kullanılan saray böylece onun zamanında adeta bir akademi ve kültür merkezi halini almıştır. Konusunda uzman tarihçi ve dilciler yaz aylarında Atatürk’ün daveti üzerine sarayda birçok defa toplanmışlar, kendilerine tahsis edilen mekânlarda faaliyet göstermişlerdir.
Osmanlı döneminde devlet işlerinde kullanılan ve “Mabeyn” olarak isimlendirilen kısım, Atatürk tarafından da resmi temas ve kabullerde kullanılmıştır. Aynı şekilde Padişahın hususi dairesinin bulunduğu Harem bölümü Mustafa Kemal devlet işlerinde kullanmayarak şahsi istirahat mekânı şeklinde değerlendirmiştir.
Dolmabahçe deki tarih ve fikir şöleni halinde geçen sofraları daima akademik bir toplantı özelliğini taşımıştır. Zaman, zaman bakanlar kuruluna başkanlık yapmış değişik zamanlarda yabancı devlet başkanlarını, elçilerini, basın mensuplarını, sanatçıları, şairleri, bilim adamlarını ağırlamış, resmi görüşmelerde bulunmuş, baloları, kabul törenlerini ve kültürel faaliyetleri icra etmiştir. Yabancı ülkelerden Türkiye’ yi ziyaret maksadıyla gelen misafirlere çok büyük yakınlık gösterirdi. Ancak onlar gelmeden evvel misafirlerin ülkeleri hakkında geniş bilgiler toplar. Hal tercümelerini ve kişilikleri hakkındaki bilgileri inceler, resmî toplantılar ve sohbetler için hazırlıklı olurdu. Yabancı misafirlerin memleketimiz hakkında iyi intibalarla ayrılmalarını isterdi. Bu nedenle ağırlama için yapılan program ve hazırlıkları önceden inceler gereken emirleri bizzat verirdi. Mesela 1931 tarihinde gelen Japon Veliahdını, Dolmabahçe Sarayı’nda ki ziyafet esnasında Japon tarihinde yaşanan önemli savaşları, Japon mitolojisi ve Japon edebiyatı üzerine yaptığı konuşmalarla şaşırtmıştı. 1934 Haziranın da Türkiye’yi ziyarete gelen uzun boylu İran Şahı Rıza Han Pehlevî’nin yanında rehber olarak görevlendirilecek generalimizin cüssece küçük kalmaması gerektiğini düşünmüş ve ordunun yüksek rütbeli komutanları arasında en iri yapılı olan Fahrettin Altay’ı mihmandar yapmıştı. Yine İngiliz kralına verdiği ziyafette sofranın İngiliz usulü hazırlanmasına dikkat etmişti.
Saraydaki çalışmaları
1928 tarihinde İstanbul’a ikinci gelişindeki ziyaretinde Dolmabahçe Sarayı, cumhuriyet döneminin en kalıcı ve köklü yeniliklerinden Harf İnkılâbı’na tanıklık etti. 11 Ağustos 1928 de başta Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey ve bazı parlamenterler le beraber Lâtin Harfleri Komisyonu azâlarını saraya davet ederek, Cumhurbaşkanlığı maiyetindeki memurların da iştirak ettiği küçük bir topluluğa Süfera salonunda İbrahim Nemci Dilmen’e yeni harfler konusunda ders verdirdi. Dolmabahçe Sarayı’nda yeni Türk harfleri üzerine başlatılan bu ilk uygulama dersinin ardından sarayın üst kat büyük salonunda, yeni Türk harfleri üzerine 25 Ağustos, 27 Ağustos ve 29 Ağustos 1928 tarihlerinde üç kez konferans daha tertip edildi.
Alfabe konusunda yapılan son toplantıda, Arab harflerini terk edip yerine Lâtin esasından alınan yeni Türk harflerinin kabulü hususunda görüş birliğine varıldı. Alkışlarla kabul edilen yeni alfabe böylece Osmanlı tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda elçilerin kabul merasimlerine tanzim edilmiş olan Süfera salonu’nda onaydan geçti.
Gazi M. Kemal’ in Dolmabahçe Saray’ında gerçekleştirdiği önemli çalışmalarından ikincisi, Türk dilini sadeleştirmeyi hedefleyen ve huzurunda üç kez icrâ edilen dil kurultaylarıdır. 26 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda, Muayede Salonu’nda I.Türk Dil Kurultayı’nı topladı. İki bin kişinin iştirak ettiği Birinci Türk Dil Kurultayı’ndaki izleyiciler arasında şeref locasında Atatürk’ün konuğu olarak Amerikan Genel Kurmay başkanı Mac Atrhur’ da bulundu. Bu Kurultayda Türk dilinin dünkü, bugünkü ve gelecekteki durumu görüşüldü, fikirler dinlendi ve çalışma kolları tesbit edildi.
İkinci Türk Dil Kurultayı 18 Ağustos 1934’ te Dolmabahçe Sarayı’nın Medhal Salonu’nda Atatürk’ün huzurunda toplanmış ve 23Ağustos’a kadar sürmüştür. Bu kurultaya yabancı dil bilginleri de katılmıştır. II. Kurultay’da Türkçenin dünya dilleri arsındaki yerinin tesbiti ve Türkçe kökler ve eklerle yeni kelimelerin yapılması konuları tartışıldı.
Ağustos 24–31günleri arasında 1936’da toplanan Üçüncü Türk Dil Kurultayı, yine Medhal Salonu’nda Atatürk’ün huzurunda gerçekleşti. Kurultayın gündemini, Türk dilinin taş ve maden devrinde, kültür sözcüklerini göçler yoluyla yeryüzündeki dillere yayan eski ve büyük bir kültür dili olduğunu savunan Güneş- Dil Teorisi aldı. Bu kurultayda “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin adı bizzat Atatürk tarafından “Türk Dil Kurumu” olarak değiştirilmiştir.
Tarih sevgisi
Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâpları içerisinde, gençliğe bıraktığı en mühim miraslardan ikisi şüphesiz dil ve tarih mevzularıdır. O’na göre her ikisi de bir milleti, millet yapan en mühim unsurlardır.
Türklerin tarihlerinin eskiliği ve insanlığa hizmetlerini esas alan Türk tarih tezinin aydınlığa kavuşturulması gayesiyle, Atatürk 1932 yılının temmuzunda I. Türk Tarih Kongresini topladı. İçlerinde tarih profesörlerinin ve lise öğretmenlerin bulunduğu toplam 232 kişinin katıldığı I. Türk Tarih Kongresi 2- 11 Temmuz günleri arasında Ankara Halk Evi’nde düzenlendi. Atatürk’ü bu kadar çetin bir çalışmanın içine iten esas neden, Türk milletini ortak bir tarih ülküsü ve bilinci etrafında toplama gayesiydi. Nitekim Türk milletinin gerçek tarihinin ortaya çıkması için bu konuları ele aldığı 1931 yılından, son nefesini verdiği 1938’e kadar yedi yıl durmadan didinmiş, bu işleri devlet çalışmaları içerisine almıştır. Atatürk’ün, 1930–1937 yılları arasında yoğunlaştırdığı tarih çalışmaları Türkiye’de hamasetten uzak, modern tarih anlayışının yerleşmesinde başlangıç teşkil eder.
Mustafa Kemal, bu defa 20 Eylül 1937 tarihinde İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda (Medhal salonu / divanhane ) II. Türk Tarih Kongresi’ ni tertib etti. Bu kongreye yurt dışından yabancı tarihçiler de davet edildi. Uygarlık kollarının her tarafa Orta Asya’dan yayıldığını ve göçlerin yine oradan başladığını iddia eden Türk tarih tezi onların incelemesine sunuldu. 20 – 25 Eylül tarihlerinde tertiplenen ve uluslararası bir kongre niteliğini taşıyan bu toplantılarda yapılan açıklamalarla Türk tarih tezinin evrensel bir tarih gerçeği olduğu anlaşıldı. Bu tezin kabul edilmesiyle milli tarihimiz, gerçek karakterini dünyaya kabul ettirmiş oluyordu.
Bu kongre için bir de, Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonunda Tarih sergisi hazırlandı. Sergi komitesi işe başlayacağı günden itibaren saraydaki bürosunda ve atölyesinde çalışmıştır; bu sergi için sarayın bodrum katında bir depo tahsis edilmiştir. Hazırlanmasında yerli ve yabancı uzmanlardan yararlanılan bu sergi Atatürk’ün vefatına kadar halka açık kalmıştır.
Son senesi
İstanbul’a son geldiği tarih 1938 yılının 27 Mayıs günüdür. Son gelişi çok hazindi çünkü Cumhurbaşkanı artık yorgun ve çok hastaydı. Doktorlar Ankara’ ya dönmesine izin vermediler. Hayatının son 5,5 ayını (yaklaşık bir buçuk ayını Savarona’ da olmak üzere) Dolmabahçe Sarayı’nda istirahat ederek geçirmek zorunda kaldı.
Bundan sonra Atatürk’ün rahatsızlığı artarak gittikçe kuvvetten düştü. Meş’um hastalık ilk defa 23 Ocak 1938 günü Yalova’da Prf. Dr. Nihad Reşad Belger tarafından teşhis edilmiş ve o günden sonra hükümet ve hekimler ciddi bir alakayla siroz’un seyrini yavaşlatacak tedbirlere başvurmuşlardı.
En büyük arzusu Ankara’ya gidebilmek ve cumhuriyetin on beşinci yılı dönümü kutlamalarında halkıyla beraber olup geçit resmine riyaset edebilmek ve nutku bizzat kendisi okumak istiyordu. Bu arzusunun yerine gelmesine hastalığı izin vermedi. Yerine nutku okuyacak olan Başbakan Celal Bayar’a nutkun hazırlanmasında yardım etti. Nutkun sonundaki “ Şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinde Büyük Millet Meclisi’ne başarılar dilerim” ifadeleri Atatürk’ün siyasi sahada söylediği son sözü oldu. Nitekim Cumhuriyetin on beşinci yıl merasiminde Atatürk’ün nutku, Celal Bayar’ın sesiyle dinlenildi
Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrılışından sonra naaşı, 16–17–18 Kasım tarihlerinde Muayede Salonu’nun kara tarafına yerleştirilen bir katafalka konmuş ve çok sevdiği halkı O’nun manevi huzurunda saygı geçişinde bulunmuştur. Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'ın arzusu üzerine saat sekize on kala salonun ortasındaki büyük kristal avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabut yerleştirildi. Cenaze namazı 19 Kasım 1938'de saat sekize beş kala İslam Tetkikleri Enstitüsü Profesörü -daha sonra Diyanet İşleri Başkanılığı görevine getirilen - Şerafettin Yaltkaya Türkçe olarak kıldırdı. Müezzinliğini Hafız Yaşar Okur aldı. Aynı günün sabahı, naaşı saraydan top arabasıyla alınarak Yavuz zırhlısıyla İzmit’e, oradan demir yoluyla Ankara’ya Etnografya Müzesi’ne nakledildi.
Türkiye’de İmparatorluğa olduğu gibi Cumhuriyet devletine de aynı gayede hizmet veren saray, halen müze-saray olarak tarihteki yolculuğuna devam etmektedir.
Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün ağırladığı konuk devlet adamları:
—1928. Afgan Kralı Emanullah Han,
—1931. Japonya Veliaht Prensi Takamutsu
—1932. Irak Kralı Faysal,
—1932 21 Ağustos Fransız eski başbakanlarından Herriot sarayda 2.5 saat görüştü.
—1932. 26 Eylül Amerikan genelkurmay başkanı Mac Arthur,
—1932. 4 Ekim Yugoslavya Kralı Aleksandr,
—1933. 4 Ekim Yunanistan başbakanı Çaldaris,
—1933 Mısır eski Hidivi Abbas Hilmi Paşa
—1933. Rus Genelkurmay Başkanı Voroşilof ve Budieni,
—1933 26 Eylül. Yunan eski başbakanı Venizelos,
—1934 24 Haziran İran Şahı Rıza Pehlevî,
—1936 4 Eylül İngiltere Kralı 8. Edward,
—1937 3Haziran Ürdün Kralı Abdullah,
—1938 19 Haziranında yatla gelen Romanya Kralı Karol, Atatürk ile Savarona’da görüştü.
0 yorum:
Yorum Gönder