21 Ekim 2011 Cuma

Dolmabahçe Sarayı’nı kullanış biçimi -1



       Daha önceki dönemlerde tasnifi tamamlanamamış olan Dolmabahçe Sarayı evrakı, yakın zamana kadar sanki yalnızca Osmanlı dönemini kapsadığı             zannediliyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği oluruyla 2005 yılında kurulan Sayım Ve Tespit Komisyonu tarafından Hazine-i Hassa Arşivi’nde dikkatlice yürütülen sayım ve tasnif çalışmaları nihayetinde, Sarayda bulunan kayıtsız on binlerce evrak arasından, bol miktarda Osmanlı dönemi belgenin yanı sıra Türkiye’nin cumhuriyet devrine ait yaklaşık elli altı binin üzerinde evrak gün ışığına çıkarılmıştır.  
       Sarayların cumhurbaşkanları tarafından kullanıldığı devre ait (1927–1950) olan bu belgeler daha ziyade mevcut saray ve kasırların bakım onarım ve tefrişleriyle ilgilidir. Ancak bunların arasında bazıları vardır ki Atatürk’ün sarayda ki hayatıyla ve işleriyle doğrudan ilgilidirler. İşte bizler, sarayda her nasılsa kalmış olan bu belgelerden M. Kemal. Atatürk’ ün Dolmabahçe Sarayı’nı kullanış şeklinin nasıl olduğunu görebiliyoruz. Yine bu belgelerden O’nun zamanında sarayın adının Riyaset-i Cumhur Makamı olduğunu tespit ediyor ve Dolmabahçe Sarayı’na her gelişi öncesi girişilen hazırlıkları, yapılan harcamaları, bazen cumhurbaşkanının aylık yeme-içme listelerini ve maiyyeti hakkındaki muhtelif bilgileri diğer taraftan temsil mekânı olarak ta kullanılan Dolmabahçe Sarayı’nda ağırladığı yabancı devlet başkanları için yapılan hazırlıkları, harcamaları ve hatta istihbarat bilgilerini dahi takip edebiliyoruz.
        Kısacası Mustafa Kemâl Atatürk’le beraber bir zamanlar saltanatın simgesi olan Dolmabahçe Sarayı denilen abidevî yapı artık cumhurbaşkanlığı makamının İstanbul’daki temsil edildiği mekândır.



                

MSHHA. CMH.53 Devlet başkanına karşı alınan bir suikast ihbarı




MSHHA. CMH. 2127 “Atatürk’ün İstanbul’a her gelişi öncesi Dolmabahçe Sarayı’nda girişilen hazırlıklar



 MSHHA. CMH. 2127 “Atatürk’ün İstanbul’a her gelişi öncesi Dolmabahçe Sarayı’nda girişilen hazırlıklar”







MSHHA. CMH.2100“Atatürk’ün İstanbul’a her gelişi öncesi Dolmabahçe Sarayı’nda girişilen hazırlıklar”

MSHHA. CMH.2127 “Atatürk’ün İstanbul’a her gelişi öncesi Dolmabahçe Sarayı’nda girişilen hazırlıklar

MSHHA. CMH.2127 Temsil mekanı olarak kullanılan Dolmabahçe Sarayı’nda, 1934 yılınd misafir edilen, Atatürk’ün çok önem verdiği dostu, İran Şahı Rıza Pehlevi için verilen yemek hizmetleri, dönemin ünlülerinin rağbet ettiği Tokatlıyan Otel’i tarafından yürütüldüğünü gösteren bir belge.
  
 Eski zamanlarda olduğu gibi sarayın, halkın nezdinde yardım ve umut kapısı geleneğinin cumhuriyet sonrasında da devam ettiğini hatta yoksul vatandaşlardan bizzat cumhurbaşkanı Atatürk şahsına kaleme alınan duygu yüklü dilekçeleri okuyoruz.
  


 MSHHA. CMH. 2105Sarayın, halkın nezdinde yardım ve umut kapısı geleneğinin cumhuriyet sonrasında da devam ettiğini gösteren ve vatandaşlardan bizzat cumhurbaşkanı Atatürk şahsına yazılan bir dilekçeler.”


                   Atatürk bir vatandaşın dilekçesiyle ilgilenirken. 24 Ocak 1933 Kütahya


 


Sivaslı bir delikanlının Atatürk’e dilekçesini bizzat sunması.20 Kasım 1930 Sivas

MSHHA. CMH. 2105 vatandaşlardan bizzat cumhurbaşkanı Atatürk şahsına yazılan bir dilekçe.




  MSHHA. CMH. 2105 vatandaşlardan bizzat cumhurbaşkanı Atatürk şahsına yazılan bir dilekçeler.”

       


MSHHA. CMH, 2126 “Cumhurbaşkanı sarayda ikamet ediyor olmasına rağmen haftada bir gün, ziyaretçilere Salı günleri sarayı gezme izninin verildiğine dair.”
 

      Daha da ilginci Devletin başkanı sarayda ikamet ederken kendisiyle görüşme amacı gütmeyen yani yalnızca sarayı gezmek isteyen yerli ve yabancı heyetlere, resmi ziyaretçilere, valiliğin izniyle Salı günleri gezmelerine bizzat cumhurbaşkanının müsaade verdiğini müşahede ediyoruz.
      Mevcut belgelerden Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayını mekânlarını kullanış tarzının nasıl olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz. Osmanlı döneminde devlet işlerinde kullanılan ve yabancı devlet başkanı düzeyindeki kabullere ve uluslar arası diplomatik kabullere sahne olan devletin dış dünyaya açılan penceresi, vitrini konumundaki prestij salonlarının yer aldığı Mabeyn *(sarayda devlet işlerinin görüldüğü resmi bölümü) olarak isimlendirilen kısım, Atatürk tarafından da resmi temas ve kabullerde kullanılmıştır. Aynı şekilde Padişahın hususi dairesinin bulunduğu Harem bölümü Mustafa Kemal devlet işlerinde kullanmayarak şahsi istirahat mekânı şeklinde değerlendirmiştir. Bu çerçevede Atatürk’ün sarayın orijinal yapısına hiç dokunmadığını ve bu mekânların tarihteki aslına uygun olarak kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Atatürk’ün Riyaset-i Cumhur Makamı olarak kullandığı Dolmabahçe Sarayı’nda,  padişahın çalışma odası Atatürk’ünde çalışma odası olmuş ve Osmanlı döneminde yabancı devlet başkanları için resmi ziyafetlerin düzenlendiği sarayın Mabeyn kısmında yer alan meşhur Zülvecheyn Salonu onun zamanında da aynı amaçta kullanılmıştır.
      Son senelerinde merdivenleri çıkmakta zorluk çekmekte olduğundan dolayı tek 1937 tarihinde sarayın birinci katından ikinci katına çıkması için Mavi Salon aydınlığına bir asansör ilâve olunmuştur. Hatta yakın zamanlara kadar Atatürk’ün yaptırdığı zannedilen Hususi Daire’de kullandığı banyoyu onun yaptırmadığı da tesbit edilmiştir.

20 Ekim 2011 Perşembe

Dolmabahçe Sarayı’nda


Artık Riyaset-i Cumhur Makamı olarak adlandırılan Dolmabahçe Sarayında O bulunduğu sürece bu sarayı yalnızca bir ikametgâh ya da bir dinlenme mekânı olarak görmeyerek yoğun bir çalışma merkezi haline getirmiştir. Herhalde saraydaki çalışmaları içinde özellikle üçü cumhuriyet inkılâpları bakımından büyük önem taşır. Bunlar Harf İnkılâbı, Türk dili ve Türk tarihiyle ilgili mesaileridir. 1931 yılında tarih ve dil konularını devlet çalışmaları içine alan asker Mustafa Kemal, bu işleri son nefesini verdiği 1938 yılına kadar sağlığını yıpratıcı, acayip bir yoğunlukta Dolmabahçe Sarayı’nda yürütmüştür.

                
      MSHHA. CMH. 849 “ 1 Temmuz 1927 Cuma         günü       Muayede   Salonu’nda                             
 Cumhurbaşkanı’na saygı ve bağlılıklarını arz eden heyetler.”   
  
      “..Atatürk için çalışma saati diye bir şey yoktu. Yapacağı işi bitirinceye kadar uyumadan dinlenmeden, yemek yemeden çalışırdı. Oturduğu kuru çalışma sandalyesinden kımıldamadan yirmi dört saat arasız çalıştığı onun için olağan üstü bir şey değildi. Mücadele yıllarında, normal muntazam uyku nedir bilmemişti. Atatürk tarih, dil ve umumiyetle memleket meseleleriyle meşgul olduğu zamanlarda, tıpkı muharebe meydanında imiş gibi uyumadan çalışmış ve en büyük zevki, en çok sevdiği milletine en küçük bir fayda sağlamakta ve hizmet edebilmekte bulmuştur. En olgun, hatta genç denecek bir yaşta ölümünü, bu insan takatini aşan insanüstü çalışmasında aramak ve görmek hiç de yabana atılacak bir fikir olmasa gerektir..”12  

         Riyaseti cumhur makamı olarak kullanılan saray onun zamanında, sanki bir akademi ve kültür merkezi halini almıştır. Konusunda uzman tarihçi ve dilciler yaz aylarında Atatürk’ün daveti üzerine sarayda birçok defa toplanmışlar, kendilerine tahsis edilen mekânlarda faaliyet göstermişlerdir.  Bu mevzuda sarayın arşivinde, alınan tertibatları ve malzemeleri gösteren birçok belge mevcuttur.
          Mustafa Kemâl’in Dolmabahçe Sarayını ve İstanbul’u yapılacak inkılâplara merkez haline getirmeyi amaçladığını özellikle bu yolda Dolmabahçe Sarayının kendisine ilham kaynağı olacağını Belediye Reisi Muhittin Üstündağ’ın anılarından anlıyoruz. İstanbul’a gelişinin ilk günlerinde Beylerbeyi Sarayı’nda akşam yemeği esnasında yanındakilere Muayede Salonu’nda verdiği o meşhur nutkunun en dikkat çeken tarafını sorduğunda, doğru cevabı alamayınca kendisi cevaplıyor:
           “… İstanbul’un bedii güzellikleri, İstanbul halkının samimi nevazişleri içinde geçireceğim günlerin bende yeniden unutulmaz hatıralar bırakacağına, feyizler, ilhamlar yaratacağına şüphem yoktur..” 13

    Cumhuriyet döneminde bütün köklü değişimler sarayda başlamıştır. Bu yenilikleri Atatürk’ün, kendi tabiriyle fikir ve zihniyet kalesi dediği İstanbul’da uygulamaya koymasındaki neden, herhalde aydınının en bol, kültür ve basının merkezi sayılan bu şehirde yeniliklerin kabul görmesi, bütün Türkiye’nin kabul etmesi düşüncesinden olsa gerektir.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Neden Dolmabahçe Sarayı?


       1927–1938 tarihleri arasında muhtelif fâsılarla sarayda kalan Atatürk’ün, sarayda geçirdiği günlerin toplamının yaklaşık dört yıllık bir süreyi kapladığını belirtmiştik. Şüphesiz bir askerî ve siyasi deha olan Atatürk’ ün hayatında dört yıl mühim bir yer tutar. Ne var ki Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayındaki hayatı, bu güne kadar pek fazla işlenmemiştir. Atatürk’ün Dolmabahçe’deki hayatıyla ilgili yayınlar arasında şu ana kadar en tafsilatlısı Niyazi Ahmet Banoğlu’ nun hazırladığı  “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı” adlı eser olsa da bunda bile Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayında geçirdiği günler hakkındaki bilgiler gayet sınırlı haldedir. Yakınında ve sofralarında bulunan kimseler, nedense onunla ilgili hatıralarda ne yazık ki not tutmamışlar fazla ayrıntılara girmemişlerdir. Bu konudaki farklı bilgi, belge ve hatıraların toplanıp Atatürk hakkında Dolmabahçe sarayı merkezli bir çalışmanın bugüne kadar yapılmamış olması da herhalde yakın tarihimiz adına büyük bir eksikliktir. Bu arada hatıralarda birtakım tutarsızlıkların mevcut olduğunu da söyleyebiliriz. Aynı olayı gören ve yaşayan şahıslar hadiseleri ve yaşananları ve tarihleri birbirinden farklı aktarmaktadırlar. *


*Bunlardan bazıları şöyledir:

      —Atatürk’ün doğum yılı kendisi hayattayken genellikle 1880 diye belirtilirken, bugün 1881 denilmektedir. Annesi “ ben oğlum Mustafa’yı 23 Kânunuevvel 1296 tarihinde doğurdum”” dediği halde. E.B.Şapolyo. K. Atatürk M.M. Tarihi. S.17
       — Atatürk’ün babasına ait olduğu iddia edilen fotoğraf Atatürk’e gösterildiğinde kendisi resimdeki şahsın babasına ait olduğu ihtimaline karşı tereddüt göstermiş olmasına rağmen bugün mekteplerde hep Ali Rıza Efendi’nin resmidir diye tanıtılmaktadır. Kılıç Ali. Atatürk’ün Hususiyetleri.1955 İstanbul s.6
       —Foks’un alınışı.
(bu köpeği Kılıç Ali bizzat Salih bozokla beraber bir Samsun gezisinde rastlayıp, alıp Atatürk’e hediye ettiklerini anlatır. Fakat aynı köpeği Cemal Granda, Atatürk’ün Yalova’da seyyar fotoğrafçılık eden Hasan Efendi’den 50 liraya satın aldığını yazar.)
       —Devrin Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya Fissenger’in Savarona yatın’da Atatürk’ü 8 Haziran’da muayene ettiğini anlatırken, başka kaynaklarda(N.A. Banoğlu) bu muayenin 6 Haziran günü gerçekleştiğini yazmaktadır.
       — Karnından su alma ameliyesinin kimi hatıralarda üç defa kimisinde ise iki defa yapıldığını yazar. Ayrıca tarihleri de farklı verilir.
       — İlk ponksiyonda aynı hekim alınan suyun 16lt. Olduğunu söylerken başka kaynaklarda 12 lt. der.
       —“aman dil” diye meşhur sayıklamalarını Prof. Nihat Reşad Belger ikinci komasında, Hasan Rıza Soyak ise birinci komasında oldu der.
      —29 Ekim Cumhuriyet Bayramında kimi hatıralarda, Atatürk sevgi gösterisinde bulunan Kuleli talebesini, saray penceresinden izledi derken Hasan Rıza yatağından hiç kalkmadığını söyler.
      —Dönemin gazetelerinde Atatürk’ün İstanbul’da ziyarete gittiği yerlerin günleri ve tarihleri bazen farklı verilir.
       — Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrasında geçen Reşit Galip’in “sofradan kovulma”  hadisesini, olaya tanık olan sofra müdavimleri hep birbirinden farklı anlatırlar.


      Anadolu’ya geçmeden evvel padişahla yaptığı müteaddit görüşmelerinden birinde, umduğunu bulamamanın kızgınlığıyla saraydan ayrılırken kendisinin,
      -Başka çare yok… Bunu sarayına bir bomba koyup, saltanatı ile beraber atmak lazım, 10
     dediği, iç tasarımının fevkalâde göz kamaştırıcı hazırlandığı, halkın zihninde padişahın ikametgâhı ve monarşinin sembolü durumunda olan saraylarda acaba Atatürk her İstanbul’a gelişinde niçin oturmuştur? Görünüşte saltanatı temsil eden saray ile kendisinin hükmünü ortadan kaldıran cumhurbaşkanı ilk bakışta yan yana gelebilen unsurlar gibi de görünmeyebilir.
    Fakat asırlar boyunca, devletin siyasetini belirleyen saray, iktidarın ve yönetimde söz sahibi oluşun simgesi ve en üst düzeydeki kararların alındığı bir merkezdi.*Ayrıca saray kelimesi Farsça olup hükümdarın oturduğu yer anlamına gelir. İktidarın görünen kısmı saraylardır. 
     Eski Roma’da zengin ve Kudretli kimselerin evleri Palatin dağı üzerinde inşâ edilmiş olduğundan bu nevî muhteşem ikâmetgâhlara Palatinus denirdi. Bugün Fransızlar saraya “Palais”    İngilizler  “Palace”   Almanlar ise  “Palast”  demektedirler.
     Belki kendisi bunu dillendirmemiştir fakat Atatürk’ün cumhurbaşkanı sıfatıyla İstanbul’u ilk ziyaretinde doğrudan doğruya saraya gelerek yerleşmesi ve daha sonraki gelişlerinde de çalışma ve ikamet amacıyla hep Dolmabahçe Sarayını tercih etmesi şüphesiz sarayın tarihimizdeki üstlendiği bu hâkim rol sebebiyle olmalıdır. Tarihin akışı içerisinde üstlendiği hâkim rol nedeniyle saray, millet hafızasında daima hâkimiyetin sembolü olmuştur. Bu tavrıyla Atatürk, halka ve bütün dünya ya bundan böyle hâkimiyetin hanedandan millete, monarşiden cumhuriyete intikal ettiğini ve hâkimiyetin sembolü olan Saray’da artık bundan böyle hâkim gücün “millet” olacağını sergilemiş oluyordu.    
        Gâzi M. Kemâl Atatürk 1927 yılının 1 Temmuz’unda İstanbul’a geldiği gün, doğrudan Dolmabahçe Sarayı’na girdi. Sarayın en görkemli mekânı olan Muayede Salonu’na gelen Atatürk burada kendisine saygılarını sunmak için bekleyen heyetler ve davetlilere, Belediye Başkanı’nın:  “En derin ve en samimi bir iştiyakla teşrifinize senelerden beri intizar eden İstanbul halkına taşkın bir neşe-i saadet ve pek coşkun bir heyecan-ı sürur getiren büyük Gazi! Safa geldiniz. Anafartalar’ın ve Dumlupınar’ın büyük kahramanına, Türk ihtilal ve inkılâbının rehakar kudretine ve Türk hamle-i tekâmül ve medeniyetinin dahi reisine… ” diye başlayan hoş geldin konuşmasının ardından, heyecan veren bir hitabette bulundu.
        Kendi ifadesiyle Türk tarihinin serveti, Türk vatanının ziyneti ve Türk milletinin gözbebeği olan İstanbul hakkındaki hissiyatını, adeta küçük bir semaya benzeyen kubbesinden inen devasa avizenin yaydığı zayıf ve titrek ışıklarının altında ayakta dolaşarak gayet müessir bir üslupla irticalen söylenmiş bir şaheser olan bu hitabet, O’nun İstanbul’daki ilk nutkudur.
        İstanbul halkını mümessillerinin şahsında selamlamakla başlayan bu nutkunda Atatürk : “...artık bu saray milletin sarayıdır, ben burada milletin bir ferdi bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım...”diyordu. Ancak Atatürk kendisi böyle söylese de, saltanatın temsil edildiği bir sarayda kaldığı yinede ağızdan ağza dolaşır. Hâlbuki bu, yönetimin artık padişahlıktan halka geçtiğini göstermek için hususiyle alınmış bir tavırdır.
        İstiklâl Harbi boyunca ihtilalci Mustafa Kemâl’in ardından bir gölge gibi takip ederek, uğrunda her türlü tehlikeyi göze almaktan asla çekinmeyerek Paşa’nın sarsılmaz emniyet ve itimadının kazanan, protokol yaverliğinden çok bir ihtilal yaveri olan muhafızı ve fedaisi Muzaffer Kılıç; İstanbul saraylarının cumhurbaşkanı için hazırlanacağını öğrendiğinde: “Nasıl? Sarayları boşaltmak için bu kadar çalıştıktan sonra şimdi gidip biz mi dolduracağız” diyerek tepkisini göstermiştir. Ve bu tarihten sonra artık Paşa’nın yaveri değildir.11
       Nutkun bitişinden sonra, resmikabul başlamış ilk başta halkın temsilcileri olan milletvekilleri, sonra sırasıyla Vali Süleyman Sami, Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa, Belediye Başkanı Muhiddin Bey ve salonda bulunan fırka müfettişi, hariciye murahhası, ordu erkânı ve diğer şehir mümessilleri olmak üzere toplam 955 kişi Reisicumhur’un ellerini sıkmak suretiyle saygılarını sundular. O gün sabaha kadar süren fener alayları ertesi günde devam etti.   
         Bir zamanlar padişahın ve saray ileri gelenlerinin, Dolmabahçe caddesinde düzenlenen geçit törenlerini izledikleri mekân olan Camlı Köşk, Dolmabahçe Sarayı’nın kara tarafına bakan tek mekânıdır. Dış dünyanın sarayı, sarayın da dış dünyayı görebildiği ortak bir buluşma yeridir.
          1 Temmuz 1927 günü İstanbul’a ilk gelişi münasebetiyle o günün akşamı halk kendisini görmek için bu Camlı Köşk’ün altına toplanıp Dolmabahçe caddesini dolduruyorlar. Bunun üzerine Atatürk Camlı Köşk’e gelerek kendisine tezahüratta bulunan halkı bu köşk’ün pencerelerinden meclis başkanı ile birlikte selamlıyor.
           30 Eylül’e 1927 tarihine kadar kentte kalan Cumhurbaşkanı, ilk olarak Vilâyeti, belediyeyi, komutanlıkları ziyaret eder. Daha sonra çok sık Boğaz ve şehir içinde gezintilere çıkan Atatürk bazen yaya olarak halkın arasına karışarak gazinolara gider. II. Mevkie bilet kestirip tramvaya biner. Tokatlıyan’a girer ve Anadolu’ya geçmeden önce uğradığı bu yerde, son yediği yemeklerin aynısının getirilmesini ister. Moda deniz yarışlarını izler balolara katılır. 28 Ağustos 1927 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder. 1927 genel seçim beyannamesini Dolmabahçe Sarayı’nda hazırlar.

Cumhurbaşkanı sıfatıyla Atatürk’ün İstanbul’a ilk gelişi


XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti, hâlen yeryüzünde yaşayan geniş coğrafyalara sahip devletlerden bir tanesiydi.  Memlekette ıslahat düşüncesiyle daha evvel başlatılan reform hareketlerinin tamamen batılılaşmaya dönüştüğü bir ortamda inşaası tamamlanan teceddüt devri sarayı, yine batılılaşma yolunda yapılan önemli değişim hamlelerine asıl cumhuriyet sonrasında sahne olmuştur. Nitekim Tanzimat dönemi, Sultan II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet devirlerinin siyasî hadiselerine tanıklık etmiş olan bu Büyük Sahil Sarayı, cumhuriyet sonrasında Reisicumhur Mustafa Kemâl Atatürk’e de ev sahipliği yapmıştır.
    1927 yılından itibaren Mustafa Kemal’le birlikte Dolmabahçe Sarayı Hümayunu artık Riyaset-i Cumhur Makamı olarak isimlendirilmiştir. Atatürk, başkent Ankara dışına seyahat ettiği zamanlarda İstanbul haricinde hiçbir yerde birkaç geceden fazla kalmamıştır. Ancak 15 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince 31 kez İstanbul a gelen Atatürk’ün ilk gelişi 1 Temmuz 1927 son gelişi ise 27 Mayıs 1938 dedir. Bu 11 yıllık zamanının dört yılını Atatürk muhtelif fasılalarla başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere Beylerbeyi Sarayı, Yalova Riyaset-i Cumhur Köşkü ve Florya Deniz Köşkü’nde oturmuştur. Atatürk’ün kaldığı bu dört mekân da bugün Milli Saraylar bünyesindedir ve onun hatıralarıyla doludur. Yalnız Beylerbeyi sarayı’nda birkaç istisna dışında hiç yatmamış olup misafirlerini ve dostlarını ağırlama işinde kullanmıştır. En fazla kaldığı mekân İstanbul’da kendisine merkez ittihaz ettiği Dolmabahçe Sarayı’dır. Bir vakit saltanatın temsil edildiği saray artık Riyaset-i Cumhur Makamı’nın İstanbul’da temsil edildiği mekândır.
    Nihayet İstanbul’a gitmenin zamanının geldiğine karar veren Gâzi Mustafa Kemal Paşa Ankara’dan trenle 1Temmuz 1927 Cuma günü Kocaeli’ne indi. Saat 12.50 de Sultan Abdulhamid’in Ertuğrul Yatı’na geçerek hareket etti. Ertuğrul yatı’nı, Hamidiye Kruvazörü, Berk-i Satvet, Peyk-i Şevket zırhlıları ile Taşoz, Samsun ve Yarhisar torpidoları takip ediyorlardı. O gün İstanbul görülmemiş günlerinden birini daha yaşıyordu.  Saat 15.00 sularında adalar açığına gelen Atatürk’ü halk, o gün tarihte misli az rastlanır bir biçimde karşılamıştır. Günler öncesinde organize edilerek hazırlanan halk Atatürk’ü görebilmek için Maltepe’den Adalar’a, Adalar’dan Fenerbahçe’ye, Ahırkapı’dan Sarayburnu’na, Üsküdar’dan Boğaziçi’ne kadar bütün sahilleri doldurmuştu. Ayrıca İstanbul halkının binlercesi, Atatürk’ü karşılamak için vapurlara, römorkörlere, kayıklara hücum ederek denize açılmışlardı. Sergilenen bu manzara ile verilmek istenen mesaj İstanbul’da halen mevcut olan muhaliflere karşı, cumhurbaşkanına İstanbul halkının bağlılığın ve desteğinin tam oluşu, dünyaya karşı da şefleri etrafında milletin yekvücut olduğunun bir ispatıydı. Adalar’dan Boğaz’a yol alan Ertuğrul her iki sahili dolduran halkın sevgi gösterileri arasında Çengelköy’ünden dönerek, Dolmabahçe açığına demirledi.
     Daha evvel 12 Eylül 1924 tarihinde Karadeniz seyahatine çıkan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl, beraberinde eşi Latife Hanım olduğu halde Mudanya’ya gelmiş. Buradan hareketle Hamidiye Kruvazörü ile İstanbul’a gelerek kendisini istikbâle çıkmış olan belediye reisi, resmi heyetler ve her iki kıyıda alkış tutan on binlerce halka rağmen yine de durmamış öylece Boğaz’dan çıkıp gitmişti. İstanbul halkını birazda üzen bu anlaşılmaz seyahat üzerinde o dönemde gazetelerde sert tenkitler yazılmıştı.
   İkindi sonrasında, saat altıyı biraz geçe, Nil Muşu Dolmabahçe rıhtımına yanaştı. Atatürk karaya ayak basar basmaz Deniz Bandosu İstiklal Marşı’nı çalmaya başladı. Balkan Harbi’nde şehit olan Binbaşı Ziya Bey’in kızı Naime ve Hasan Rıza Bey’in kızı Adalet Hanımlar, şehir namına birer buket takdim ettiler.
Benim için dünyada en büyük mükâfat, milletimin en ufak bir takdir ve iltifatıdır diyen Mustafa Kemâl kelimenin en yüksek ifadesiyle heyecan içindeydi. Rıhtıma yanaşırken, Cumhuriyet gazetesi Başmuharriri kendisine yaklaşarak ihtisaslarını sorduğunda, Atatürk, gülümseyen bir çehre ile dönerek,
Hatıralarımı, toplamaya çalışıyorum, biraz sonra, onları size söyleyeceğim,  demişti.
    Istıraplı bir zamanda, 8 sene, 1 ay ve 26 gün evvel bir Cuma günü Padişah Vahideddin’le “Mahfil-i Hümayunu’nda”*(Selâtin Camilerinde,  padişahın Cuma namazı sonrasında devlet erkânıyla görüştüğü mekân.)
yaptığı son görüşmeden sonra, 8 vatanın kurtuluşu ve milletin istiklâli için terk etmek zorunda kaldığı İstanbul’a yine bir Cuma günü dönmüş oluyordu. Rıhtımdan Hazine Kapı’ya kadar halı serili olan çiçekler atılmış yoldan yürüyerek maiyet erkânı ile bahçeye giren Atatürk selama duran askerlerin arasından geçerek saraya girdi. Biraz istirahat ettikten sonra kendisine saygılarını sunmak üzere bekleyen muhtelif cemiyetlerin ve teşekküllerin temsilcilerinin bulunduğu Muayede Salonu’na gitti. Aradan 11 yıl sonra yine aynı salonda fakat bu sefer halkın kendisi, ihtiram geçişini müteakip cenazesini 19 Kasım 1938 cumartesi sabahı yine bu Saraydan uğurlamışlardır. Nitekim Şevket Süreyya Atatürk’ün ilk İstanbul’a gelişini şöyle anlatır.
      “Arkasında karşılayıcıları ile rıhtımdan, Dolmabahçe Sarayı’nın büyük merasim salonuna gitmek için saray merdivenlerini çıkarken, birden adımlarını yavaşlattı, durakladı. Başını arkasına çevirdi. İstanbul’un iki kıyısı ile denizin yüzü, hala bağrışan, haykıran insan sesleriyle uğulduyordu. İstanbul’a bir süre baktı. Sonra birden sert adımlarla saraya yöneldi.
       Niçin duraklamıştı? Ne düşünmüştü? Niçin arkasına bakmıştı? Birden 16 Mayıs 1919’un o karanlık hatırasına mı gömülmüştü? Evet, şimdi şu Türk harp gemilerinin selam topları attığı Boğaz önleri, 16 Mayıs 1919’da, sıra sıra yabancı düşman gemileriyle doluydu…
      İşte artık bir saraydadır. Hem de saltanatı çalan bir sergerde, yeni bir hanedan başı gibi değil. Şimdi o, meşru bir devlet reisidir. Bir müstakil devletin başı. Hem de bu istiklal destanının altında onun imzası vardır. Gerçi bu mücadelede kendisiyle beraber yola çıkan arkadaşlarının en önde gelenleri şu anda yanında değildirler. Bir kısmı şimdi belki şu İstanbul’un köşe bucağında ve onu selamlayan top seslerini duydukça acaba neler düşünürler? Bu soruyu kimse cevaplandıramayacaktır…”9

             
                   Cumhur reisi Mustafa Kemal Paşa’nın Saraya ilk gelişi 1Temmuz 1927          

15 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet sonrası

Dolmabahçe Sarayı, hizmete açıldığı 7 Haziran 1856 yılından itibaren halifeliğin kaldırıldığı 1924 yılına kadar, aralıklar la 6 padişah ile son Osmanlı Halifesi’ne ev sahipliği yapmıştır. Büyük Millet Meclisi’nde 3 Mart 1924 günü çıkartılan 431 sayılı kanunun 8.9.10. maddeleri mucibince Türk milletine intikal etmiştir. Yine bu kanuna istinaden aynı günün gecesi, sarayda ikamet etmekte olan Halife’yi İstanbul Valisi Haydar Bey, polis müdürleri Muhittin ve Saadettin Beyler, memleketten ayrılmaya zorlamışlar, onun iki gün hazırlık yapmak için istediği müsaadeyi, Meclis-i Milli’den çıkan kanunu gösterip, “Dakika tehiri mucibi idamdır” gerekçesiyle vermemişlerdi.5
     Dolmabahçe Sarayı’nın taş merdivenlere açılan mabeyn kapısından son olarak Abdülmecid Efendi sabah saat 5 te çıktı. Sırtında yakası kürklü bir palto vardı. Yüzü sararmış görünüyordu. Arkasından çocukları ve kadınları ve beraber yolculuğa çıkacak maiyet erkânı yürüyorlardı. Son Halife bu taş sahanlıkta durmuş, orada resmi memurlara, geride bıraktığı adamlarına hitap etmiş: “Milletimin verdiği karara uyarak memleketti terk ediyorum. Millete duadan geri kalmayacağım” demişti. Herkese veda ettikten sonra binek taşı önüne gelen ilk otomobile kızı ve iki kadını ile binmişti. Oğlu ve beraberindekiler diğer otomobillere taksim olmuşlardı. Arabalar derhal hareket etmiş, sarayın kapıları eski bir devrin ve hatıraların üzerine kapanmıştı.” 6
    Bu tarihte Müslümanların son halifesi olan Abdülmecid bin Abdülaziz Han ve onun ardından on beş gün içerisinde istisnasız bütün Osmanlı Hanedanı mensuplarının memleketleri haricine sürgüne gönderilmelerinden sonra saraylar üç ay kapalı kaldı. 
    Aynı yılın Haziran ayında Milli Emlak Müdürlüğü tarafından kurulan Tahrir ve Tespit Komisyonu, üç ayrı alt komisyonla saraylardaki eşyaların bulundukları yerlerde tesbit ve sayımına başladı. Bu komisyonun başkanı ileride SELEK soyadını alacak olan Hazine-i Hassa Nezareti eski görevlisi Sezai Bey’dir. Sezai Bey’in başkanlığında yürütülen sayım ve tespit işlemi esnasında saray mekânlarının numaralandırılması da yapılmış hatta aynı numaralandırma bugün de halen kullanılmaktadır. 19 Ocak 1925 Bakanlar Kurulu Kararı ile Dolmabahçe Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı, Milli Saraylar ismi altında muhafaza edilmek suretiyle, kurulacak Milli Saraylar Müdüriyeti yönetimine bırakıldı. Bahsi geçen Bakanlar Kurulu Kararı’na istinaden 1 Mayıs 1925 tarihinde, Milli Saraylar Müdüriyeti kuruldu, kurumun başına da müdür olarak yine Sezai Bey atandı.
     Atatürk’ün tam desteğine sahip olduğunu anladığımız bu şahıs, milli saraylarda en uzun süreli görev yapmış olan bir idarecidir. Aracısız olarak Reisicumhur Mustafa Kemal ile haberleşme imkânına sahipti. Bu güvene dayanarak olsa gerektir ki sarayın saltanat kapılarında ve muhtelif yerlerindeki Osmanlı tuğralarının kazınması (kaldırılması) yönündeki Bakanlar Kurulu Kararı’na rağmen, tarihi eser oldukları ve üzerlerinde inşa tarihini gösterdikleri gerekçesiyle karşı çıkmıştır.7
 

Dolmabahçe Sarayı caddeye açılan Saltanat Kapısı. Türklerde köklü bir devlet geleneğine sahip olmanın bir göstergesi; bazı kanunlar yazılı olmasa da geçerliliğini halen korur. Nitekim tarihte devlet başkanı olan padişah için açılan bu muhteşem Taç Kapı günümüzde sadece Cumhurbaşkanlığı makamı için açılır.



    Diğer yandan şimdi Swiss Otel’in bulunduğu mekân, 1935 yılında da Tapu İdaresine tahsisi hususunda, Kadastro Müdürlüğü’nden istenildiği, Milli Emlak Müdürlüğü (Maliye Bakanlığı) tarafından Saraylar müdüriyeti’ne bildirildiğinde, mevzuu olan arazinin saraya ait bir mekân olduğu ve üzerinde başka kurumların tasarruflarının asla mümkün olamayacağını ileri sürerek karşı çıkmıştır.
    Kimi zaman milletvekilleri ve vali gibi üst düzey yetkililerin dahi kendisine karşı saygı dolu bir üslup kullandıklarını arşiv belgelerinden anladığımız Mustafa Kemal’in da hemşerisi Sezai Bey, 1 Mayıs 1925 tarihinden 25 Şubat 1945 yılına kadar 20 yıl boyunca Milli Saraylara müdürlük görevini yürütmüştür. Ancak Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ten sonra kendisine Milli Şef Büyük İnönü diye hitap edilen ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından bu görevden alınarak yerine Rüştü Argon atanmıştır.




 “Dolmabahçe Sarayı’nın karşısında ki mekânın, 1935 yılında Saraylar Müdiriyeti’nden, Tapu İdaresine tahsisi hususunda, Kadastro Müdürlüğü tarafından istenilmesi.  ”hakkında belge. MSHHA. CMH.2112


 Sezai Bey’in Kurumu adına, tahsis hususuna taviz vermemesi” hakkında belge. MSHHA. CMH.2112

         Atatürk’ün sağında Milli Saraylar Müdürü Sezai Selek. 21 Temmuz 1931

13 Ekim 2011 Perşembe

Dolmabahçe Saray-ı Hümâyûnu

     Dolmabahçe Sarayı içerisindeki mekânları ve orijinal tefrişiyle birlikte şüphesiz Türkiye’deki sarayların en muhteşemidir. Ancak İstanbul’daki Osmanlı saraylarının en ünlüsü yinede Topkapı Sarayı’dır. Uzun seneler devletin yönetim merkezi ve padişahların resmî ikametgâhı olarak kullanılmasından kaynaklanan sebeple, Türklerin zihin tarihinde iktidarı, kendinden önce ve sonra inşâ edilen Osmanlı saraylardan çok Topkapı Sarayı temsil etmektedir.
      Topkapı Sarayı’nı Dolmabahçe Sarayı’ndan ayıran en büyük fark, tarih boyunca inşa edilen eski Türk saraylarının mimari düzen ve mimari plan tertibine uygun olmasıdır. Dolmabahçe Sarayı bu tarife uymamaktadır. Topkapı Sarayı tarih boyunca inşa edilmiş eski Türk sarayları gibi geniş bir bahçe içerisine serpiştirilmiş birçok küçük köşk ve kasırlardan müteşekkildir. Dolmabahçe Sarayı gibi bütün birimlerini bir bina içerisinde toplayan saray anlayışı Avrupa tarzıdır.
      700 bin metre karelik bir alana yayılan Topkapı Sarayı’nın ilk inşa edildiği zamanlarda ki adı Saray-ı cedid-i amire idi. Herhalde bu ismin telaffuzu zor gelmiş olmalı ki, Sultan Fatih’in azamet unsuru olarak Sarayburnu’na koydurttuğu büyük toplardan dolayı İstanbul halkı zaman içinde bu yeni imparatorluk sarayına Topkapı Sarayı demiştir. Aynı İstanbul halkı, yüzyıllar sonra dolgu alan üzerine inşa edilen Beşiktaş Sahil Saray-ı Hümayunu’na yine dile zor geldiği için kısaca Dolmabahçe Sarayı demiştir.
     Osmanlılar esas itibariyle yedi büyük saray inşâ ettiler. Bunlar: Bursa sarayı,  Edirne sarayı, Eski saray, Topkapı sarayı, Dolmabahçe sarayı, Çırağan sarayı ve Yıldız sarayı’dır. Topkapı sarayı ve Yıldız sarayı birbirine çok benzerler. Bunların haricinde Konya, Halkalı, Belgrad, Semendire, Niş, Dimetoka, Filibe, Sofya, Budin, Selanik, Yanbolu, Çorlu gibi Padişaha mahsus saraylarda vardı.
     Osmanlıda ilk mükemmel sarayın II. Murad zamanında 1450’de Edirne’de inşâ edildiğini biliyoruz. Sultan Fatih babasının yaptırdığı bu meşhur Cihannümâ Kasrı’nı büyütür ve zamanla diğer saraylar müştemilâtıyla birlikte Edirne sarayının alanı üç milyon metre kareye çıkar. Edirne sarayından günümüzde maalesef az bir şey kalmıştır. 1703 den sonra Padişahlar Edirne’de ikâmet etmediklerinden, Edirne Sarayı muhafızların elinde kaldı. 1828 Osmanlı Rus Savaşı esnasında zarar gördü. 1878 deki Rus işgalinde ise tamamen mahv oldu.
   Çırağan Sarayı Hümâyûnu 1861–65 yılları arasında inşâ edildi. Deniz cephesinden 750 m. Uzunluğa sahibtir. 1865 den itibaren Sultan Abdülaziz bu sarayda oturmaya başladı. 1876 dan sonra 5.Murad 28 yıl boyunca bu sarayda zorunlu ikâmet ettirildi. 1904 de burada öldü. Oğlu Selahaddin Efendi 1908 yılına kadar Çırağan da yaşadı. Sultan Reşad’ın isteksizliğine rağmen Meclis başkanı Ahmed Rıza Bey’in ısrarlarıyla, 14 Kasım 1909 da Meclis-i mebusan’ a tahsis edildi. Ne yazık ki iki ay kadar sonra, 1910 yılının 18 Ocak günü bilinemeyen sebeple çıkan bir yangın sonunda dünyanın en lüks parlamentosu kimliğindeki Çırağan Sarayı tamamen yanarak kül oldu.
        13 Haziran 1843 yılında Ramazan bayramı günü inşaatına başlanan Dolmabahçe Sarayı’nın açılışı 7 Haziran 1856 tarihinde yine Ramazan-ı şerif bayramının üçüncü günü öğleden sonra gerçekleştirilmiştir.1

 Beşiktaş Sahil Saray-ı Hümayunu


     Yukarıdan bakıldığı zaman tıpkı L harfine benzeyen Dolmabahçe Sarayı’nın sadece ana binası içerisinde tam 593 tane mekân bulunmaktadır. Yaklaşık olarak 17 bin metrekarelik bir alana oturan bu bina İçerisinde 285 oda, 43 salon, 82 koridor, 64 hol, 62 tuvalet, 6 hamam, 9 özel banyo, 7 külhan, 3 mutfak, 5 kiler, 5 çamaşırhane ve 16 çayhane mevcut olup ayrıca altı balkona sahiptir ve 1427 adet penceresi vardır.  
    Mabeyn-i Hümayun, Harem-i Hümayun ve Muayede Salonu olmak üzere üç kısımdan teşekkül eden mezkûr bina üç katlıdır. Zemin kat hizmet katıydı, Mabeyn’in ikinci katı bürokratlara sarayın üst katı ise saltanata aitti. Deniz cephesinden bakıldığı zaman binanın dış cephesi taşla kaplı ve mermer kullanıldığı görülür ancak iç aksamında taşıyıcıları/iskeleti tamamen ahşaptandır.
     

       1843–1856 yılları arasında Boğaziçi’nin kıyılarında Sultan Abdülmecid’in inşa ettirdiği Beşiktaş Büyük Sahil Saray-ı Hümayunu tarihi değeri ve mimari güzelliğinin yanında, yakın tarihimizin birçok hatıralarıyla doludur.
        Dolmabahçe sarayı tam altı Pâdişâh görmüştür. Babası Sultan II. Mahmud Han’ın ordusunun anavatan Anadolu’nun güneyinde Nizip ovasındaki bozgununun henüz haberini alamadan vefat etmesi üzerine 16 yaşındaki Veliahd Abdülmecid, 1Temmuz 1839 tarihinde 31. Osmanlı padişahı ünvanıyla tahta çıkmıştır. İnce yapılı, olan Sultan Abdülmecid ayrıca hassas, nazik, hoşgörülü ve kan dökmekten nefret eden bir karaktere sahipti. Özgürlükleri sevmesi sonucu, saltanatı zamanında saray çevresinde ve İstanbul’da farklı bir gençlik döneminin yaşandığı söylenir. Ülkeye birçok bayındırlık eseri bırakan Farsça, Arabca ve Fransızca konuşan Sultan Abdülmecid, hem doğu hem batı kültürüyle yetiştirilmiş ilk Osmanlı hükümdarıdır.   
       Sultan Abdülmecid’den sonra denizciliğe meraklı olan heybetli görünümüyle Sultan Abdülaziz, bir ihtilalin padişahı olan Sultan Murad, fazla görünmekten hoşlanmayan karizmatik Sultan Abdülhamid, ağrıyan dizlerini tutarak yürüyen meşrutiyetin yaşlı padişahı Sultan Reşad ve 1917 yılının sonlarında Mustafa Kemal Paşa’yı birlikte çıktığı Almanya gezisinde tanıyarak, “Muvaffak olunuz!”2 sözüyle 1919 yılının 16 Mayısında Anadolu’ya gönderen düşünceli tavırlarıyla bilinen Sultan Vahideddîn hep bu muhteşem sarayın kapılarından geçmişlerdir. Bu padişahlardan Sultan Abdülhamid, Sultan Murad ve Sultan Vahideddin’in esaslı olarak bu sarayda ikamet ettiklerini pek söyleyemeyiz. Hasta olduğu iddiasıyla haksız yere tahtan indirilen amcasının yerine büyük ümidlerle tahta çıkarılan Sultan Murad, hasta olduğu anlaşılınca yalnızca doksan üç günlük padişahlıktan sonra tahttan indirilmiştir.
     Hakkında bugüne kadar binlerce kitap yazılan kâh yerin dibine geçirilen, kâh göklerin zirvesine çıkarılan, kesinlikle çok cepheli bir şahsiyet olan II. Abdülhamid, Doksan üç Harbi’nin çıkmasının hemen ardından, yaklaşık sekiz ay bu sarayı kullandıktan sonra devletin idare merkezini Yıldız Sarayı’na taşımıştır. Neredeyse 32 yıl boyunca bu büyük sahil sarayının üst katlarına çıkılmaz, salon ve odalarına uğranılmaz olmuştu. Ancak yabancı hükümdarların, büyük misafirlerin ziyaretlerinde ve Muayedelerde sarayın bazı mekânları yine de kullanılıyordu.
     Memleketin o en buhranlı zamanında Osmanlının son hükümdarı olan Sultan Vahideddin’de büyük ağabeyinin yolunu tutarak Dolmabahçe deki yaklaşık bir aylık süren ikametten sonra saltanatın merkezini Yıldız’a taşımıştır.
      Bu tarihi mirası özel kılan bir başka önemli tarafı ise, siyasal tarihimizde iki farklı döneme hitab etmiş olmasındandır.  Elbette bu düşünceden hareketle devlet başkanın makamı ve devletin temsil mekânı olan saray, hem imparatorluğa hem cumhuriyete hizmet etmiştir.  
      Tarih sayfalarında resmikabullere ve merasimlere tanıklık eden Osmanlı Devleti’nin prestij mekânı olan saray, günümüzde müze olarak ziyaretçilerin ilgisini çekmeye devam ederken bazen tüm dünyanın dikkatini çekebilecek misafir heyetlerin ülkemize gelmesi durumlarında, devlet adına ağırlamalarda kullanılarak geçmişteki misyonuna uygun olarak halen tarihteki yolculuğuna devam etmektedir.
       Dolmabahçe Sarayı’nın tarihinde yaşanmış birçok önemli hadiselerin başında, en önemlisi herhalde Türkiye’nin tarihine istikamet veren 1876 askeri darbesi olmuştur.
    Midhad Paşa, ihtiyar vezir Mütercim Rüşdi Paşa, “kinim dinimdir” diyen Serasker (Genelkurmay Başkanı) Hüseyin Avni Paşa ve ileriki yıllarda Sultan Abdülhamid’in “Şerrullah Efendi3 diye bahsettiği, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi’nin başını çektiği ihtilal, açgözlü emperyalist devletlerin fırsat kolladıkları bir ortamda yapılmıştır. Şahsi ihtiras oyunlarına dayanarak tezgâhlanan ihtilal sonunda bu sarayda bulunan Sultan Aziz akıl hastası olduğu iddiasıyla tahtan indirilmiş fakat ne gariptir ki yerine getirilen V. Murad akıl sağlığını kaybedince üç ay aradan sonra, memleketin kaderine hâkim olacak olan Veliahd Abdülhamid tahta çıkarılmıştır. Sultan Abdülaziz’in hal edilmesinden sonra Dolmabahçe’nin yağmalanması ve diğer siyasî gelişmeler çok düşündürücüdür. Şöyle ki:
  “Hal’ günü Dolmabahçe Sarayı yağma edildi. Saraya giren asker, subay, generaller pek çok şey aşırdı. Çok değerli mücevherler, hal’e katılan yüksek şahsiyetler arasında bölüşüldü. Geri kalan 1 milyon altına yakın değerde mücevher, Paris’te satılmak üzere Sultan Murad’ın Sarrafı Rum Hristaki’ye verildi. Hristaki bir daha Türkiye’ye dönmedi ve mücevherler için tek kuruş göndermedi. Sultan Aziz’in 7 400 000 altın değerindeki tahvilleri dış borçlar için Osmanlı Bankası:’na götürüldü. Altın parası ise aldatıldıklarını iddia ederek homurdanan 1. Ordu Birliklerine dağıtıldı ve Hal’in ertesi günü 1. Odu Subayları 1’er rütbe terfi aldılar. Taşradaki diğer 6 orduda büyük memnuniyetsizlik oldu ve Ordu’nun birliği bozuldu. Sultan Aziz’i hal’ etmek gibi akıl almaz bir işi hiç kan dökmeden başaran Avni Paşa’nın bir Fransız gazetecisine öğünerek beyanına göre, hal’ işini bilen cunta, sadrazamdan nefere kadar ancak 68 kişiydi ve diğerleri, hal’ işine ne yaptıklarını bilmeden karıştılar.” 4


                                              Dolmabahçe Sarayı’nı inşa ettiren, 31.
                                             Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid
   
            Kısa bir süre sonra Dolmabahçe Sarayı yine çok önemli başka bir olaya sahne oluyordu. Nitekim 23 Aralık 1876 ‘da ilan edilen Kanunu esasi’nin ardından 19 Mart 1877 tarihinde, Türkiye’nin demokrasi tarihi açısından mühim bir yere sahip olan ilk parlamentonun açılışı hadisesi, Sultan II. Abdülhamid’in huzurunda Muayede Salonu’nda vuku bulmuştur. Böylece ilk Meclis-i Mebusan’ın sarayda toplanmasıyla, Türkiye’deki ilk parlamenter demokrasi hareketinin başlangıç noktası Dolmabahçe Sarayı olmuştur.
  
1877 yılının Mart ayının 19. günü bizzat II. Abdühamid Han’ın nutkuyla eskiden Divan-ı Hümayun mahalli denilen Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda açılan ilk Meclis-i Mebusan. Yarısını gayritürk ve gayrimüslim mebusların oluşturduğu bu meclis sonunda Osmanlı-Rus Harbi’ne sebebiyet verdiği gerekçesiyle yine Sultan Abdulhamid tarafından Anayasanın meşhur 113. maddesine dayanarak 13 Şubat 1878 Çarşamba günü süresiz tatil edilmiştir.

11 Ekim 2011 Salı

Riyaset-i Cumhur Makamı Dolmabahçe Sarayı Ve Mustafa Kemal Atatürk 1927–1938

İmparatorluğun Yıkılışının Cumhuriyetin kuruluşunun Bir Tanığı: Dolmabahçe Sarayı


       İstanbul’daki Boğaziçi sahil saraylarının en görkemlisi olan Dolmabahçe Sarayı, kullanıldığı devrin siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal özelliklerini günümüze taşıyan tarihimizin yaşayan belgelerinden bir tanesidir.
       Dolmabahçe Sarayı, gerek süslemesindeki zenginlik gerekse dekorasyonundaki ihtişam ile sadece inşa edildiği devrin Osmanlısını değil, Cihan Devleti/Cihan Padişahı devirlerini hatırlatmakta adeta o devirlere duyulan hasreti dile getirmektedir.
       Milli kabiliyetimizin bir mirası olan bu büyük eser, Türkiye’de Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde iktidara mekân olmuş, geçen olaylara tanıklık etmiştir.
       Her koridoru, her odası, her salonu başka bir tarihi olayı gözlerimizin önüne seren; XIX. Yüzyılda inşa edilmiş en muhteşem hükümdar saraylarından biri olan Dolmabahçe Sarayı,  özellikle Türk siyasi tarihi bakımından büyük önem taşır. 
       Türkiye’de ilk anayasa bu saraydan ilan edilmiş ve ilk meclisin açılış merasimi yine bu sarayda gerçekleşerek, ülkemizde parlamenter hayata geçişte başlangıç noktasını teşkil etmiştir.
       Dolmabahçe Sarayı bütün göz kamaştırıcı güzelliğiyle üzerinden geçen yüz elli yılın bir tanığı olarak Osmanlı hükümdarlarının resmi ikametgâhları iken, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi hayata intikal etmeden önceki son ikametgâhı olmuştur.
       1Temmuz 1927’de cumhurbaşkanı olarak Ankara’dan İstanbul’a geldiği ilk gün,
       -İki büyük cihanın mültekâsında, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği,  ifadeleriyle kıymetini çok güzel tasvir ettiği İstanbul kentinin Atatürk’ün hayatında şüphesiz büyük etkisi olmuştur.
       Aslında Atatürk’ün İstanbul ile ilk tanışmasının tarihi, 13 Mart Pazartesi günü Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahanesi’ne kaydolduğu 1899 yılıdır.  “ Alevler içindeki gökyüzüne doğru gölge gibi yükselen minareler ve pembe bir ışık deryasında yıkanan İstanbul’un müthiş güzelliği..” Bu genç Harbiyeliyi öyle büyülemiştir ki İstanbul’un ilk etkisinden kurtuluncaya kadar annesine mektup yazmayı bile geciktirmiştir.*
       Yüksek tahsilini Sultan II. Abdülhamid döneminde kurmay eğitimi dâhil 1905 tarihine kadar aralıksız altı yıl bu şehirde tamamladıktan sonra ülkede yaşanan uzun ve sıkıntılı yılların ardından, 16 Mayıs 1919’ da Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi göreviyle ayrıldığı İstanbul’a Mustafa Kemal Atatürk 8 sene sonra bu defa Cumhurbaşkanı olarak döner. Cumhuriyet tarihinde İstanbul şehrinin şahit olduğu halkın iştirakiyle gerçekleşen iki büyük merasimden ilki bu gelişinde, ikincisi ise 1938 Kasımında ölümünü müteakip günlerdeki cenaze törenidir.
        1927 tarihinden itibaren devlet başkanı Atatürk İstanbul ziyaretlerinde aralıklarla hep Dolmabahçe Sarayı’nda “ Riyaset-i Cumhur Makamı” olarak kalmıştır. 1938’e kadar süren 11 yıllık zamanın yaklaşık dört yılını İstanbul’da geçiren Atatürk, kaldığı bu zaman zarfında bir kültür başkenti olan İstanbul’u, Cumhuriyet tarihinin en kalıcı inkılâplarının açıklandığı ve başlatıldığı bir merkez ve Dolmabahçe Sarayı’nı da bu inkılâpların tatbik sahasına çevrildiği bir akademi ve dershane haline getirmiştir.
       Harf İnkılâbı çalışmaları, ilk üç dil kurultayı ve İkinci Türk Tarih Kurultayı’nın bu sarayda gerçekleşmesini sağlayan Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ve Hatay Meselesi’nin halli gibi dâhili ve harici siyasi işlerin takibini yine Dolmabahçe Sarayı’ndan yürütmüştür. Osmanlı da olduğu gibi Dolmabahçe Sarayı’nı aynı zamanda bir temsil mekânı olarak değerlendiren Atatürk Türkiye’yi 1927–1938 yılları arasında ziyarete gelen yabancı devlet adamlarını da cumhurbaşkanlığının resmi misafiri olarak ağırlamıştır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda ikamet ettiği yılları konu alan bu yazının hazırlanmasında daha evvel hiçbir yerde kullanılmamış saray arşivinden özgün belgeler seçilerek esas kaynak teşkil etmiştir.
        Ayrıca bu yazıda Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk dönemi konusu esas alınmış iken bazen Riyaseti Cumhur Sarayı zamanının olaylarının anlatıldığı aynı mekânlarda, sarayın tarihinde yaşanmış başka önemli hadiselerin aktarımına da yer verilmiştir.
      Önceki senelerden tasnif çalışmaları yarım kalmış olan Dolmabahçe Sarayı’nın muhtelif depolarında muhafaza edilmekte olan Milli Saraylar Hazine-i Hassa Arşivi’nin yeniden düzenlenmesi hususunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği oluruyla 2005 yılında Milli Saraylar Hazine-i Hassa Arşivi Sayım Ve Tesbit Komisyonu kurulmuştur.
       Bu komisyonun günlerce sarf ettiği ciddi, mesai ve emekleri neticesinde sarayda kalmış arşiv malzemesinin ana kısmını meydana getiren aziz milletimizin hafızası olan Osmanlı dönemi belgeleri yanında bir kısmı Atatürk dönemini ihtiva eden binlerce (1927-1950) cumhuriyet devri belgeleri de beraber gün ışığına çıkarılmıştır.
       Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği bünyesinde muhafaza edilen ve araştırmaya açık bulunan, muhakkak tarihimize ışık tutacağı yönünde belirleyici bir kaynak değeri olacağına inandığımız Milli Saraylar Hazine-i Hassa Arşivi Cumhuriyet belgeleri koleksiyonu, bilim dünyasının ve araştırmacıların istifadesine sunulmuştur.

Ünal KARINCALI
*  BORAK, Sadi, Ata ve İstanbul, İstanbul,1983