Dolmabahçe Sarayı içerisindeki mekânları ve orijinal tefrişiyle birlikte şüphesiz Türkiye’deki sarayların en muhteşemidir. Ancak İstanbul’daki Osmanlı saraylarının en ünlüsü yinede Topkapı Sarayı’dır. Uzun seneler devletin yönetim merkezi ve padişahların resmî ikametgâhı olarak kullanılmasından kaynaklanan sebeple, Türklerin zihin tarihinde iktidarı, kendinden önce ve sonra inşâ edilen Osmanlı saraylardan çok Topkapı Sarayı temsil etmektedir.
Topkapı Sarayı’nı Dolmabahçe Sarayı’ndan ayıran en büyük fark, tarih boyunca inşa edilen eski Türk saraylarının mimari düzen ve mimari plan tertibine uygun olmasıdır. Dolmabahçe Sarayı bu tarife uymamaktadır. Topkapı Sarayı tarih boyunca inşa edilmiş eski Türk sarayları gibi geniş bir bahçe içerisine serpiştirilmiş birçok küçük köşk ve kasırlardan müteşekkildir. Dolmabahçe Sarayı gibi bütün birimlerini bir bina içerisinde toplayan saray anlayışı Avrupa tarzıdır.
700 bin metre karelik bir alana yayılan Topkapı Sarayı’nın ilk inşa edildiği zamanlarda ki adı Saray-ı cedid-i amire idi. Herhalde bu ismin telaffuzu zor gelmiş olmalı ki, Sultan Fatih’in azamet unsuru olarak Sarayburnu’na koydurttuğu büyük toplardan dolayı İstanbul halkı zaman içinde bu yeni imparatorluk sarayına Topkapı Sarayı demiştir. Aynı İstanbul halkı, yüzyıllar sonra dolgu alan üzerine inşa edilen Beşiktaş Sahil Saray-ı Hümayunu’na yine dile zor geldiği için kısaca Dolmabahçe Sarayı demiştir.
Osmanlılar esas itibariyle yedi büyük saray inşâ ettiler. Bunlar: Bursa sarayı, Edirne sarayı, Eski saray, Topkapı sarayı, Dolmabahçe sarayı, Çırağan sarayı ve Yıldız sarayı’dır. Topkapı sarayı ve Yıldız sarayı birbirine çok benzerler. Bunların haricinde Konya, Halkalı, Belgrad, Semendire, Niş, Dimetoka, Filibe, Sofya, Budin, Selanik, Yanbolu, Çorlu gibi Padişaha mahsus saraylarda vardı.
Osmanlıda ilk mükemmel sarayın II. Murad zamanında 1450’de Edirne’de inşâ edildiğini biliyoruz. Sultan Fatih babasının yaptırdığı bu meşhur Cihannümâ Kasrı’nı büyütür ve zamanla diğer saraylar müştemilâtıyla birlikte Edirne sarayının alanı üç milyon metre kareye çıkar. Edirne sarayından günümüzde maalesef az bir şey kalmıştır. 1703 den sonra Padişahlar Edirne’de ikâmet etmediklerinden, Edirne Sarayı muhafızların elinde kaldı. 1828 Osmanlı Rus Savaşı esnasında zarar gördü. 1878 deki Rus işgalinde ise tamamen mahv oldu.
Çırağan Sarayı Hümâyûnu 1861–65 yılları arasında inşâ edildi. Deniz cephesinden 750 m. Uzunluğa sahibtir. 1865 den itibaren Sultan Abdülaziz bu sarayda oturmaya başladı. 1876 dan sonra 5.Murad 28 yıl boyunca bu sarayda zorunlu ikâmet ettirildi. 1904 de burada öldü. Oğlu Selahaddin Efendi 1908 yılına kadar Çırağan da yaşadı. Sultan Reşad’ın isteksizliğine rağmen Meclis başkanı Ahmed Rıza Bey’in ısrarlarıyla, 14 Kasım 1909 da Meclis-i mebusan’ a tahsis edildi. Ne yazık ki iki ay kadar sonra, 1910 yılının 18 Ocak günü bilinemeyen sebeple çıkan bir yangın sonunda dünyanın en lüks parlamentosu kimliğindeki Çırağan Sarayı tamamen yanarak kül oldu.
13 Haziran 1843 yılında Ramazan bayramı günü inşaatına başlanan Dolmabahçe Sarayı’nın açılışı 7 Haziran 1856 tarihinde yine Ramazan-ı şerif bayramının üçüncü günü öğleden sonra gerçekleştirilmiştir.1
Beşiktaş Sahil Saray-ı Hümayunu
Yukarıdan bakıldığı zaman tıpkı L harfine benzeyen Dolmabahçe Sarayı’nın sadece ana binası içerisinde tam 593 tane mekân bulunmaktadır. Yaklaşık olarak 17 bin metrekarelik bir alana oturan bu bina İçerisinde 285 oda, 43 salon, 82 koridor, 64 hol, 62 tuvalet, 6 hamam, 9 özel banyo, 7 külhan, 3 mutfak, 5 kiler, 5 çamaşırhane ve 16 çayhane mevcut olup ayrıca altı balkona sahiptir ve 1427 adet penceresi vardır.
Mabeyn-i Hümayun, Harem-i Hümayun ve Muayede Salonu olmak üzere üç kısımdan teşekkül eden mezkûr bina üç katlıdır. Zemin kat hizmet katıydı, Mabeyn’in ikinci katı bürokratlara sarayın üst katı ise saltanata aitti. Deniz cephesinden bakıldığı zaman binanın dış cephesi taşla kaplı ve mermer kullanıldığı görülür ancak iç aksamında taşıyıcıları/iskeleti tamamen ahşaptandır.
1843–1856 yılları arasında Boğaziçi’nin kıyılarında Sultan Abdülmecid’in inşa ettirdiği Beşiktaş Büyük Sahil Saray-ı Hümayunu tarihi değeri ve mimari güzelliğinin yanında, yakın tarihimizin birçok hatıralarıyla doludur.
Dolmabahçe sarayı tam altı Pâdişâh görmüştür. Babası Sultan II. Mahmud Han’ın ordusunun anavatan Anadolu’nun güneyinde Nizip ovasındaki bozgununun henüz haberini alamadan vefat etmesi üzerine 16 yaşındaki Veliahd Abdülmecid, 1Temmuz 1839 tarihinde 31. Osmanlı padişahı ünvanıyla tahta çıkmıştır. İnce yapılı, olan Sultan Abdülmecid ayrıca hassas, nazik, hoşgörülü ve kan dökmekten nefret eden bir karaktere sahipti. Özgürlükleri sevmesi sonucu, saltanatı zamanında saray çevresinde ve İstanbul’da farklı bir gençlik döneminin yaşandığı söylenir. Ülkeye birçok bayındırlık eseri bırakan Farsça, Arabca ve Fransızca konuşan Sultan Abdülmecid, hem doğu hem batı kültürüyle yetiştirilmiş ilk Osmanlı hükümdarıdır.
Sultan Abdülmecid’den sonra denizciliğe meraklı olan heybetli görünümüyle Sultan Abdülaziz, bir ihtilalin padişahı olan Sultan Murad, fazla görünmekten hoşlanmayan karizmatik Sultan Abdülhamid, ağrıyan dizlerini tutarak yürüyen meşrutiyetin yaşlı padişahı Sultan Reşad ve 1917 yılının sonlarında Mustafa Kemal Paşa’yı birlikte çıktığı Almanya gezisinde tanıyarak, “Muvaffak olunuz!”2 sözüyle 1919 yılının 16 Mayısında Anadolu’ya gönderen düşünceli tavırlarıyla bilinen Sultan Vahideddîn hep bu muhteşem sarayın kapılarından geçmişlerdir. Bu padişahlardan Sultan Abdülhamid, Sultan Murad ve Sultan Vahideddin’in esaslı olarak bu sarayda ikamet ettiklerini pek söyleyemeyiz. Hasta olduğu iddiasıyla haksız yere tahtan indirilen amcasının yerine büyük ümidlerle tahta çıkarılan Sultan Murad, hasta olduğu anlaşılınca yalnızca doksan üç günlük padişahlıktan sonra tahttan indirilmiştir.
Hakkında bugüne kadar binlerce kitap yazılan kâh yerin dibine geçirilen, kâh göklerin zirvesine çıkarılan, kesinlikle çok cepheli bir şahsiyet olan II. Abdülhamid, Doksan üç Harbi’nin çıkmasının hemen ardından, yaklaşık sekiz ay bu sarayı kullandıktan sonra devletin idare merkezini Yıldız Sarayı’na taşımıştır. Neredeyse 32 yıl boyunca bu büyük sahil sarayının üst katlarına çıkılmaz, salon ve odalarına uğranılmaz olmuştu. Ancak yabancı hükümdarların, büyük misafirlerin ziyaretlerinde ve Muayedelerde sarayın bazı mekânları yine de kullanılıyordu.
Memleketin o en buhranlı zamanında Osmanlının son hükümdarı olan Sultan Vahideddin’de büyük ağabeyinin yolunu tutarak Dolmabahçe deki yaklaşık bir aylık süren ikametten sonra saltanatın merkezini Yıldız’a taşımıştır.
Bu tarihi mirası özel kılan bir başka önemli tarafı ise, siyasal tarihimizde iki farklı döneme hitab etmiş olmasındandır. Elbette bu düşünceden hareketle devlet başkanın makamı ve devletin temsil mekânı olan saray, hem imparatorluğa hem cumhuriyete hizmet etmiştir.
Tarih sayfalarında resmikabullere ve merasimlere tanıklık eden Osmanlı Devleti’nin prestij mekânı olan saray, günümüzde müze olarak ziyaretçilerin ilgisini çekmeye devam ederken bazen tüm dünyanın dikkatini çekebilecek misafir heyetlerin ülkemize gelmesi durumlarında, devlet adına ağırlamalarda kullanılarak geçmişteki misyonuna uygun olarak halen tarihteki yolculuğuna devam etmektedir.
Dolmabahçe Sarayı’nın tarihinde yaşanmış birçok önemli hadiselerin başında, en önemlisi herhalde Türkiye’nin tarihine istikamet veren 1876 askeri darbesi olmuştur.
Midhad Paşa, ihtiyar vezir Mütercim Rüşdi Paşa, “kinim dinimdir” diyen Serasker (Genelkurmay Başkanı) Hüseyin Avni Paşa ve ileriki yıllarda Sultan Abdülhamid’in “Şerrullah Efendi”3 diye bahsettiği, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi’nin başını çektiği ihtilal, açgözlü emperyalist devletlerin fırsat kolladıkları bir ortamda yapılmıştır. Şahsi ihtiras oyunlarına dayanarak tezgâhlanan ihtilal sonunda bu sarayda bulunan Sultan Aziz akıl hastası olduğu iddiasıyla tahtan indirilmiş fakat ne gariptir ki yerine getirilen V. Murad akıl sağlığını kaybedince üç ay aradan sonra, memleketin kaderine hâkim olacak olan Veliahd Abdülhamid tahta çıkarılmıştır. Sultan Abdülaziz’in hal edilmesinden sonra Dolmabahçe’nin yağmalanması ve diğer siyasî gelişmeler çok düşündürücüdür. Şöyle ki:
“Hal’ günü Dolmabahçe Sarayı yağma edildi. Saraya giren asker, subay, generaller pek çok şey aşırdı. Çok değerli mücevherler, hal’e katılan yüksek şahsiyetler arasında bölüşüldü. Geri kalan 1 milyon altına yakın değerde mücevher, Paris’te satılmak üzere Sultan Murad’ın Sarrafı Rum Hristaki’ye verildi. Hristaki bir daha Türkiye’ye dönmedi ve mücevherler için tek kuruş göndermedi. Sultan Aziz’in 7 400 000 altın değerindeki tahvilleri dış borçlar için Osmanlı Bankası:’na götürüldü. Altın parası ise aldatıldıklarını iddia ederek homurdanan 1. Ordu Birliklerine dağıtıldı ve Hal’in ertesi günü 1. Odu Subayları 1’er rütbe terfi aldılar. Taşradaki diğer 6 orduda büyük memnuniyetsizlik oldu ve Ordu’nun birliği bozuldu. Sultan Aziz’i hal’ etmek gibi akıl almaz bir işi hiç kan dökmeden başaran Avni Paşa’nın bir Fransız gazetecisine öğünerek beyanına göre, hal’ işini bilen cunta, sadrazamdan nefere kadar ancak 68 kişiydi ve diğerleri, hal’ işine ne yaptıklarını bilmeden karıştılar.” 4

Dolmabahçe Sarayı’nı inşa ettiren, 31.
Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid
Kısa bir süre sonra Dolmabahçe Sarayı yine çok önemli başka bir olaya sahne oluyordu. Nitekim 23 Aralık 1876 ‘da ilan edilen Kanunu esasi’nin ardından 19 Mart 1877 tarihinde, Türkiye’nin demokrasi tarihi açısından mühim bir yere sahip olan ilk parlamentonun açılışı hadisesi, Sultan II. Abdülhamid’in huzurunda Muayede Salonu’nda vuku bulmuştur. Böylece ilk Meclis-i Mebusan’ın sarayda toplanmasıyla, Türkiye’deki ilk parlamenter demokrasi hareketinin başlangıç noktası Dolmabahçe Sarayı olmuştur.
1877 yılının Mart ayının 19. günü bizzat II. Abdühamid Han’ın nutkuyla eskiden Divan-ı Hümayun mahalli denilen Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda açılan ilk Meclis-i Mebusan. Yarısını gayritürk ve gayrimüslim mebusların oluşturduğu bu meclis sonunda Osmanlı-Rus Harbi’ne sebebiyet verdiği gerekçesiyle yine Sultan Abdulhamid tarafından Anayasanın meşhur 113. maddesine dayanarak 13 Şubat 1878 Çarşamba günü süresiz tatil edilmiştir.