1927–1938 tarihleri arasında muhtelif fâsılarla
sarayda kalan Atatürk’ün, sarayda geçirdiği günlerin toplamının yaklaşık dört
yıllık bir süreyi kapladığını belirtmiştik. Şüphesiz bir askerî ve siyasi deha
olan Atatürk’ ün hayatında dört yıl mühim bir yer tutar. Ne var ki Atatürk’ün
Dolmabahçe Sarayındaki hayatı, bu güne kadar pek fazla işlenmemiştir.
Atatürk’ün Dolmabahçe’deki hayatıyla ilgili yayınlar arasında şu ana kadar en
tafsilatlısı Niyazi Ahmet Banoğlu’ nun hazırladığı “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı” adlı eser
olsa da bunda bile Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayında geçirdiği günler
hakkındaki bilgiler gayet sınırlı haldedir. Yakınında ve sofralarında bulunan kimseler,
nedense onunla ilgili hatıralarda ne yazık ki not tutmamışlar fazla ayrıntılara
girmemişlerdir. Bu konudaki farklı bilgi, belge ve hatıraların toplanıp Atatürk
hakkında Dolmabahçe sarayı merkezli bir çalışmanın bugüne kadar yapılmamış
olması da herhalde yakın tarihimiz adına büyük bir eksikliktir. Bu arada hatıralarda
birtakım tutarsızlıkların mevcut olduğunu da söyleyebiliriz. Aynı olayı gören ve
yaşayan şahıslar hadiseleri ve yaşananları ve tarihleri birbirinden farklı aktarmaktadırlar.
*
*Bunlardan bazıları
şöyledir:
—Atatürk’ün
doğum yılı kendisi hayattayken genellikle 1880 diye belirtilirken, bugün 1881
denilmektedir. Annesi “ ben oğlum
Mustafa’yı 23 Kânunuevvel 1296 tarihinde doğurdum”” dediği halde. E.B.Şapolyo. K. Atatürk M.M. Tarihi. S.17
— Atatürk’ün babasına ait olduğu iddia edilen fotoğraf Atatürk’e gösterildiğinde
kendisi resimdeki şahsın babasına ait olduğu ihtimaline karşı tereddüt göstermiş
olmasına rağmen bugün mekteplerde hep Ali Rıza Efendi’nin resmidir diye tanıtılmaktadır.
Kılıç Ali. Atatürk’ün Hususiyetleri.1955
İstanbul s.6
—Foks’un alınışı.
(bu köpeği Kılıç Ali bizzat Salih bozokla
beraber bir Samsun gezisinde rastlayıp, alıp Atatürk’e hediye ettiklerini
anlatır. Fakat aynı köpeği Cemal Granda, Atatürk’ün Yalova’da seyyar fotoğrafçılık
eden Hasan Efendi’den 50 liraya satın aldığını yazar.)
—Devrin Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya Fissenger’in Savarona yatın’da
Atatürk’ü 8 Haziran’da muayene ettiğini anlatırken, başka kaynaklarda(N.A.
Banoğlu) bu muayenin 6 Haziran günü gerçekleştiğini yazmaktadır.
— Karnından su alma ameliyesinin kimi hatıralarda üç defa kimisinde ise
iki defa yapıldığını yazar. Ayrıca tarihleri de farklı verilir.
— İlk ponksiyonda aynı hekim alınan suyun 16lt. Olduğunu söylerken başka
kaynaklarda 12 lt. der.
—“aman dil” diye meşhur sayıklamalarını Prof. Nihat Reşad Belger ikinci
komasında, Hasan Rıza Soyak ise birinci komasında oldu der.
—29 Ekim Cumhuriyet Bayramında kimi hatıralarda, Atatürk sevgi gösterisinde
bulunan Kuleli talebesini, saray penceresinden izledi derken Hasan Rıza
yatağından hiç kalkmadığını söyler.
—Dönemin gazetelerinde Atatürk’ün
İstanbul’da ziyarete gittiği yerlerin günleri ve tarihleri bazen farklı
verilir.
— Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrasında
geçen Reşit Galip’in “sofradan kovulma”
hadisesini, olaya tanık olan sofra müdavimleri hep birbirinden farklı
anlatırlar.
Anadolu’ya geçmeden evvel padişahla yaptığı müteaddit görüşmelerinden
birinde, umduğunu bulamamanın kızgınlığıyla saraydan ayrılırken kendisinin,
-Başka çare yok… Bunu sarayına bir bomba
koyup, saltanatı ile beraber atmak lazım, 10
dediği, iç tasarımının fevkalâde göz
kamaştırıcı hazırlandığı, halkın zihninde
padişahın ikametgâhı ve monarşinin sembolü durumunda olan saraylarda acaba
Atatürk her İstanbul’a gelişinde niçin oturmuştur? Görünüşte saltanatı
temsil eden saray ile kendisinin hükmünü ortadan kaldıran cumhurbaşkanı ilk
bakışta yan yana gelebilen unsurlar gibi de görünmeyebilir.
Fakat asırlar boyunca, devletin siyasetini
belirleyen saray, iktidarın ve yönetimde söz sahibi oluşun simgesi ve en üst
düzeydeki kararların alındığı bir merkezdi.*Ayrıca saray kelimesi Farsça olup
hükümdarın oturduğu yer anlamına gelir. İktidarın görünen kısmı
saraylardır.
Eski
Roma’da zengin ve Kudretli kimselerin evleri Palatin dağı üzerinde inşâ edilmiş
olduğundan bu nevî muhteşem ikâmetgâhlara Palatinus denirdi. Bugün Fransızlar
saraya “Palais” İngilizler “Palace”
Almanlar ise “Palast” demektedirler.
Belki
kendisi bunu dillendirmemiştir fakat Atatürk’ün cumhurbaşkanı sıfatıyla
İstanbul’u ilk ziyaretinde doğrudan doğruya saraya gelerek yerleşmesi ve daha
sonraki gelişlerinde de çalışma ve ikamet amacıyla hep Dolmabahçe Sarayını
tercih etmesi şüphesiz sarayın tarihimizdeki üstlendiği bu hâkim rol sebebiyle
olmalıdır. Tarihin akışı içerisinde üstlendiği hâkim rol nedeniyle saray,
millet hafızasında daima hâkimiyetin sembolü olmuştur. Bu tavrıyla Atatürk,
halka ve bütün dünya ya bundan böyle hâkimiyetin hanedandan millete, monarşiden
cumhuriyete intikal ettiğini ve hâkimiyetin sembolü olan Saray’da artık bundan
böyle hâkim gücün “millet” olacağını sergilemiş oluyordu.
Gâzi M. Kemâl Atatürk 1927 yılının 1 Temmuz’unda
İstanbul’a geldiği gün, doğrudan Dolmabahçe Sarayı’na girdi. Sarayın en
görkemli mekânı olan Muayede Salonu’na gelen Atatürk burada kendisine
saygılarını sunmak için bekleyen heyetler ve davetlilere, Belediye Başkanı’nın: “En
derin ve en samimi bir iştiyakla teşrifinize senelerden beri intizar eden
İstanbul halkına taşkın bir neşe-i saadet ve pek coşkun bir heyecan-ı sürur
getiren büyük Gazi! Safa geldiniz.
Anafartalar’ın ve Dumlupınar’ın büyük kahramanına, Türk ihtilal ve inkılâbının rehakar
kudretine ve Türk hamle-i tekâmül ve medeniyetinin dahi reisine… ” diye
başlayan hoş geldin konuşmasının ardından, heyecan veren bir hitabette bulundu.
Kendi ifadesiyle Türk tarihinin serveti, Türk
vatanının ziyneti ve Türk milletinin gözbebeği olan İstanbul hakkındaki hissiyatını,
adeta küçük bir semaya benzeyen kubbesinden inen devasa avizenin yaydığı zayıf
ve titrek ışıklarının altında ayakta dolaşarak gayet müessir bir üslupla
irticalen söylenmiş bir şaheser olan bu hitabet, O’nun İstanbul’daki ilk
nutkudur.
İstanbul
halkını mümessillerinin şahsında selamlamakla başlayan bu nutkunda Atatürk : “...artık bu saray milletin sarayıdır, ben
burada milletin bir ferdi bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım...”diyordu.
Ancak Atatürk kendisi böyle söylese de, saltanatın temsil edildiği bir sarayda
kaldığı yinede ağızdan ağza dolaşır. Hâlbuki bu, yönetimin artık padişahlıktan
halka geçtiğini göstermek için hususiyle alınmış bir tavırdır.
İstiklâl Harbi boyunca ihtilalci Mustafa Kemâl’in
ardından bir gölge gibi takip ederek, uğrunda her türlü tehlikeyi göze almaktan
asla çekinmeyerek Paşa’nın sarsılmaz emniyet ve itimadının kazanan, protokol
yaverliğinden çok bir ihtilal yaveri olan muhafızı ve fedaisi Muzaffer Kılıç;
İstanbul saraylarının cumhurbaşkanı için hazırlanacağını öğrendiğinde: “Nasıl? Sarayları boşaltmak için bu kadar
çalıştıktan sonra şimdi gidip biz mi dolduracağız” diyerek tepkisini
göstermiştir. Ve bu tarihten sonra artık Paşa’nın yaveri değildir.11
Nutkun
bitişinden sonra, resmikabul başlamış ilk başta halkın temsilcileri olan
milletvekilleri, sonra sırasıyla Vali Süleyman Sami, Kolordu Kumandanı Şükrü
Naili Paşa, Belediye Başkanı Muhiddin Bey ve salonda bulunan fırka müfettişi,
hariciye murahhası, ordu erkânı ve diğer şehir mümessilleri olmak üzere toplam 955
kişi Reisicumhur’un ellerini sıkmak suretiyle saygılarını sundular. O gün
sabaha kadar süren fener alayları ertesi günde devam etti.
Bir zamanlar padişahın ve saray ileri
gelenlerinin, Dolmabahçe caddesinde düzenlenen geçit törenlerini izledikleri
mekân olan Camlı Köşk, Dolmabahçe Sarayı’nın kara tarafına bakan tek mekânıdır.
Dış dünyanın sarayı, sarayın da dış dünyayı görebildiği ortak bir buluşma
yeridir.
1 Temmuz 1927 günü İstanbul’a ilk gelişi
münasebetiyle o günün akşamı halk kendisini görmek için bu Camlı Köşk’ün altına
toplanıp Dolmabahçe caddesini dolduruyorlar. Bunun üzerine Atatürk Camlı Köşk’e
gelerek kendisine tezahüratta bulunan halkı bu köşk’ün pencerelerinden meclis
başkanı ile birlikte selamlıyor.
30 Eylül’e 1927 tarihine kadar kentte
kalan Cumhurbaşkanı, ilk olarak Vilâyeti, belediyeyi, komutanlıkları ziyaret
eder. Daha sonra çok sık Boğaz ve şehir içinde gezintilere çıkan Atatürk bazen
yaya olarak halkın arasına karışarak gazinolara gider. II. Mevkie bilet
kestirip tramvaya biner. Tokatlıyan’a girer ve Anadolu’ya geçmeden önce
uğradığı bu yerde, son yediği yemeklerin aynısının getirilmesini ister. Moda
deniz yarışlarını izler balolara katılır. 28 Ağustos 1927 tarihinde Dolmabahçe
Sarayı’nda Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder. 1927 genel seçim beyannamesini
Dolmabahçe Sarayı’nda hazırlar.
0 yorum:
Yorum Gönder