17 Ekim 2011 Pazartesi

Neden Dolmabahçe Sarayı?


       1927–1938 tarihleri arasında muhtelif fâsılarla sarayda kalan Atatürk’ün, sarayda geçirdiği günlerin toplamının yaklaşık dört yıllık bir süreyi kapladığını belirtmiştik. Şüphesiz bir askerî ve siyasi deha olan Atatürk’ ün hayatında dört yıl mühim bir yer tutar. Ne var ki Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayındaki hayatı, bu güne kadar pek fazla işlenmemiştir. Atatürk’ün Dolmabahçe’deki hayatıyla ilgili yayınlar arasında şu ana kadar en tafsilatlısı Niyazi Ahmet Banoğlu’ nun hazırladığı  “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı” adlı eser olsa da bunda bile Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayında geçirdiği günler hakkındaki bilgiler gayet sınırlı haldedir. Yakınında ve sofralarında bulunan kimseler, nedense onunla ilgili hatıralarda ne yazık ki not tutmamışlar fazla ayrıntılara girmemişlerdir. Bu konudaki farklı bilgi, belge ve hatıraların toplanıp Atatürk hakkında Dolmabahçe sarayı merkezli bir çalışmanın bugüne kadar yapılmamış olması da herhalde yakın tarihimiz adına büyük bir eksikliktir. Bu arada hatıralarda birtakım tutarsızlıkların mevcut olduğunu da söyleyebiliriz. Aynı olayı gören ve yaşayan şahıslar hadiseleri ve yaşananları ve tarihleri birbirinden farklı aktarmaktadırlar. *


*Bunlardan bazıları şöyledir:

      —Atatürk’ün doğum yılı kendisi hayattayken genellikle 1880 diye belirtilirken, bugün 1881 denilmektedir. Annesi “ ben oğlum Mustafa’yı 23 Kânunuevvel 1296 tarihinde doğurdum”” dediği halde. E.B.Şapolyo. K. Atatürk M.M. Tarihi. S.17
       — Atatürk’ün babasına ait olduğu iddia edilen fotoğraf Atatürk’e gösterildiğinde kendisi resimdeki şahsın babasına ait olduğu ihtimaline karşı tereddüt göstermiş olmasına rağmen bugün mekteplerde hep Ali Rıza Efendi’nin resmidir diye tanıtılmaktadır. Kılıç Ali. Atatürk’ün Hususiyetleri.1955 İstanbul s.6
       —Foks’un alınışı.
(bu köpeği Kılıç Ali bizzat Salih bozokla beraber bir Samsun gezisinde rastlayıp, alıp Atatürk’e hediye ettiklerini anlatır. Fakat aynı köpeği Cemal Granda, Atatürk’ün Yalova’da seyyar fotoğrafçılık eden Hasan Efendi’den 50 liraya satın aldığını yazar.)
       —Devrin Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya Fissenger’in Savarona yatın’da Atatürk’ü 8 Haziran’da muayene ettiğini anlatırken, başka kaynaklarda(N.A. Banoğlu) bu muayenin 6 Haziran günü gerçekleştiğini yazmaktadır.
       — Karnından su alma ameliyesinin kimi hatıralarda üç defa kimisinde ise iki defa yapıldığını yazar. Ayrıca tarihleri de farklı verilir.
       — İlk ponksiyonda aynı hekim alınan suyun 16lt. Olduğunu söylerken başka kaynaklarda 12 lt. der.
       —“aman dil” diye meşhur sayıklamalarını Prof. Nihat Reşad Belger ikinci komasında, Hasan Rıza Soyak ise birinci komasında oldu der.
      —29 Ekim Cumhuriyet Bayramında kimi hatıralarda, Atatürk sevgi gösterisinde bulunan Kuleli talebesini, saray penceresinden izledi derken Hasan Rıza yatağından hiç kalkmadığını söyler.
      —Dönemin gazetelerinde Atatürk’ün İstanbul’da ziyarete gittiği yerlerin günleri ve tarihleri bazen farklı verilir.
       — Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrasında geçen Reşit Galip’in “sofradan kovulma”  hadisesini, olaya tanık olan sofra müdavimleri hep birbirinden farklı anlatırlar.


      Anadolu’ya geçmeden evvel padişahla yaptığı müteaddit görüşmelerinden birinde, umduğunu bulamamanın kızgınlığıyla saraydan ayrılırken kendisinin,
      -Başka çare yok… Bunu sarayına bir bomba koyup, saltanatı ile beraber atmak lazım, 10
     dediği, iç tasarımının fevkalâde göz kamaştırıcı hazırlandığı, halkın zihninde padişahın ikametgâhı ve monarşinin sembolü durumunda olan saraylarda acaba Atatürk her İstanbul’a gelişinde niçin oturmuştur? Görünüşte saltanatı temsil eden saray ile kendisinin hükmünü ortadan kaldıran cumhurbaşkanı ilk bakışta yan yana gelebilen unsurlar gibi de görünmeyebilir.
    Fakat asırlar boyunca, devletin siyasetini belirleyen saray, iktidarın ve yönetimde söz sahibi oluşun simgesi ve en üst düzeydeki kararların alındığı bir merkezdi.*Ayrıca saray kelimesi Farsça olup hükümdarın oturduğu yer anlamına gelir. İktidarın görünen kısmı saraylardır. 
     Eski Roma’da zengin ve Kudretli kimselerin evleri Palatin dağı üzerinde inşâ edilmiş olduğundan bu nevî muhteşem ikâmetgâhlara Palatinus denirdi. Bugün Fransızlar saraya “Palais”    İngilizler  “Palace”   Almanlar ise  “Palast”  demektedirler.
     Belki kendisi bunu dillendirmemiştir fakat Atatürk’ün cumhurbaşkanı sıfatıyla İstanbul’u ilk ziyaretinde doğrudan doğruya saraya gelerek yerleşmesi ve daha sonraki gelişlerinde de çalışma ve ikamet amacıyla hep Dolmabahçe Sarayını tercih etmesi şüphesiz sarayın tarihimizdeki üstlendiği bu hâkim rol sebebiyle olmalıdır. Tarihin akışı içerisinde üstlendiği hâkim rol nedeniyle saray, millet hafızasında daima hâkimiyetin sembolü olmuştur. Bu tavrıyla Atatürk, halka ve bütün dünya ya bundan böyle hâkimiyetin hanedandan millete, monarşiden cumhuriyete intikal ettiğini ve hâkimiyetin sembolü olan Saray’da artık bundan böyle hâkim gücün “millet” olacağını sergilemiş oluyordu.    
        Gâzi M. Kemâl Atatürk 1927 yılının 1 Temmuz’unda İstanbul’a geldiği gün, doğrudan Dolmabahçe Sarayı’na girdi. Sarayın en görkemli mekânı olan Muayede Salonu’na gelen Atatürk burada kendisine saygılarını sunmak için bekleyen heyetler ve davetlilere, Belediye Başkanı’nın:  “En derin ve en samimi bir iştiyakla teşrifinize senelerden beri intizar eden İstanbul halkına taşkın bir neşe-i saadet ve pek coşkun bir heyecan-ı sürur getiren büyük Gazi! Safa geldiniz. Anafartalar’ın ve Dumlupınar’ın büyük kahramanına, Türk ihtilal ve inkılâbının rehakar kudretine ve Türk hamle-i tekâmül ve medeniyetinin dahi reisine… ” diye başlayan hoş geldin konuşmasının ardından, heyecan veren bir hitabette bulundu.
        Kendi ifadesiyle Türk tarihinin serveti, Türk vatanının ziyneti ve Türk milletinin gözbebeği olan İstanbul hakkındaki hissiyatını, adeta küçük bir semaya benzeyen kubbesinden inen devasa avizenin yaydığı zayıf ve titrek ışıklarının altında ayakta dolaşarak gayet müessir bir üslupla irticalen söylenmiş bir şaheser olan bu hitabet, O’nun İstanbul’daki ilk nutkudur.
        İstanbul halkını mümessillerinin şahsında selamlamakla başlayan bu nutkunda Atatürk : “...artık bu saray milletin sarayıdır, ben burada milletin bir ferdi bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım...”diyordu. Ancak Atatürk kendisi böyle söylese de, saltanatın temsil edildiği bir sarayda kaldığı yinede ağızdan ağza dolaşır. Hâlbuki bu, yönetimin artık padişahlıktan halka geçtiğini göstermek için hususiyle alınmış bir tavırdır.
        İstiklâl Harbi boyunca ihtilalci Mustafa Kemâl’in ardından bir gölge gibi takip ederek, uğrunda her türlü tehlikeyi göze almaktan asla çekinmeyerek Paşa’nın sarsılmaz emniyet ve itimadının kazanan, protokol yaverliğinden çok bir ihtilal yaveri olan muhafızı ve fedaisi Muzaffer Kılıç; İstanbul saraylarının cumhurbaşkanı için hazırlanacağını öğrendiğinde: “Nasıl? Sarayları boşaltmak için bu kadar çalıştıktan sonra şimdi gidip biz mi dolduracağız” diyerek tepkisini göstermiştir. Ve bu tarihten sonra artık Paşa’nın yaveri değildir.11
       Nutkun bitişinden sonra, resmikabul başlamış ilk başta halkın temsilcileri olan milletvekilleri, sonra sırasıyla Vali Süleyman Sami, Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa, Belediye Başkanı Muhiddin Bey ve salonda bulunan fırka müfettişi, hariciye murahhası, ordu erkânı ve diğer şehir mümessilleri olmak üzere toplam 955 kişi Reisicumhur’un ellerini sıkmak suretiyle saygılarını sundular. O gün sabaha kadar süren fener alayları ertesi günde devam etti.   
         Bir zamanlar padişahın ve saray ileri gelenlerinin, Dolmabahçe caddesinde düzenlenen geçit törenlerini izledikleri mekân olan Camlı Köşk, Dolmabahçe Sarayı’nın kara tarafına bakan tek mekânıdır. Dış dünyanın sarayı, sarayın da dış dünyayı görebildiği ortak bir buluşma yeridir.
          1 Temmuz 1927 günü İstanbul’a ilk gelişi münasebetiyle o günün akşamı halk kendisini görmek için bu Camlı Köşk’ün altına toplanıp Dolmabahçe caddesini dolduruyorlar. Bunun üzerine Atatürk Camlı Köşk’e gelerek kendisine tezahüratta bulunan halkı bu köşk’ün pencerelerinden meclis başkanı ile birlikte selamlıyor.
           30 Eylül’e 1927 tarihine kadar kentte kalan Cumhurbaşkanı, ilk olarak Vilâyeti, belediyeyi, komutanlıkları ziyaret eder. Daha sonra çok sık Boğaz ve şehir içinde gezintilere çıkan Atatürk bazen yaya olarak halkın arasına karışarak gazinolara gider. II. Mevkie bilet kestirip tramvaya biner. Tokatlıyan’a girer ve Anadolu’ya geçmeden önce uğradığı bu yerde, son yediği yemeklerin aynısının getirilmesini ister. Moda deniz yarışlarını izler balolara katılır. 28 Ağustos 1927 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder. 1927 genel seçim beyannamesini Dolmabahçe Sarayı’nda hazırlar.

0 yorum:

Yorum Gönder