17 Ekim 2011 Pazartesi

Cumhurbaşkanı sıfatıyla Atatürk’ün İstanbul’a ilk gelişi


XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti, hâlen yeryüzünde yaşayan geniş coğrafyalara sahip devletlerden bir tanesiydi.  Memlekette ıslahat düşüncesiyle daha evvel başlatılan reform hareketlerinin tamamen batılılaşmaya dönüştüğü bir ortamda inşaası tamamlanan teceddüt devri sarayı, yine batılılaşma yolunda yapılan önemli değişim hamlelerine asıl cumhuriyet sonrasında sahne olmuştur. Nitekim Tanzimat dönemi, Sultan II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet devirlerinin siyasî hadiselerine tanıklık etmiş olan bu Büyük Sahil Sarayı, cumhuriyet sonrasında Reisicumhur Mustafa Kemâl Atatürk’e de ev sahipliği yapmıştır.
    1927 yılından itibaren Mustafa Kemal’le birlikte Dolmabahçe Sarayı Hümayunu artık Riyaset-i Cumhur Makamı olarak isimlendirilmiştir. Atatürk, başkent Ankara dışına seyahat ettiği zamanlarda İstanbul haricinde hiçbir yerde birkaç geceden fazla kalmamıştır. Ancak 15 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince 31 kez İstanbul a gelen Atatürk’ün ilk gelişi 1 Temmuz 1927 son gelişi ise 27 Mayıs 1938 dedir. Bu 11 yıllık zamanının dört yılını Atatürk muhtelif fasılalarla başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere Beylerbeyi Sarayı, Yalova Riyaset-i Cumhur Köşkü ve Florya Deniz Köşkü’nde oturmuştur. Atatürk’ün kaldığı bu dört mekân da bugün Milli Saraylar bünyesindedir ve onun hatıralarıyla doludur. Yalnız Beylerbeyi sarayı’nda birkaç istisna dışında hiç yatmamış olup misafirlerini ve dostlarını ağırlama işinde kullanmıştır. En fazla kaldığı mekân İstanbul’da kendisine merkez ittihaz ettiği Dolmabahçe Sarayı’dır. Bir vakit saltanatın temsil edildiği saray artık Riyaset-i Cumhur Makamı’nın İstanbul’da temsil edildiği mekândır.
    Nihayet İstanbul’a gitmenin zamanının geldiğine karar veren Gâzi Mustafa Kemal Paşa Ankara’dan trenle 1Temmuz 1927 Cuma günü Kocaeli’ne indi. Saat 12.50 de Sultan Abdulhamid’in Ertuğrul Yatı’na geçerek hareket etti. Ertuğrul yatı’nı, Hamidiye Kruvazörü, Berk-i Satvet, Peyk-i Şevket zırhlıları ile Taşoz, Samsun ve Yarhisar torpidoları takip ediyorlardı. O gün İstanbul görülmemiş günlerinden birini daha yaşıyordu.  Saat 15.00 sularında adalar açığına gelen Atatürk’ü halk, o gün tarihte misli az rastlanır bir biçimde karşılamıştır. Günler öncesinde organize edilerek hazırlanan halk Atatürk’ü görebilmek için Maltepe’den Adalar’a, Adalar’dan Fenerbahçe’ye, Ahırkapı’dan Sarayburnu’na, Üsküdar’dan Boğaziçi’ne kadar bütün sahilleri doldurmuştu. Ayrıca İstanbul halkının binlercesi, Atatürk’ü karşılamak için vapurlara, römorkörlere, kayıklara hücum ederek denize açılmışlardı. Sergilenen bu manzara ile verilmek istenen mesaj İstanbul’da halen mevcut olan muhaliflere karşı, cumhurbaşkanına İstanbul halkının bağlılığın ve desteğinin tam oluşu, dünyaya karşı da şefleri etrafında milletin yekvücut olduğunun bir ispatıydı. Adalar’dan Boğaz’a yol alan Ertuğrul her iki sahili dolduran halkın sevgi gösterileri arasında Çengelköy’ünden dönerek, Dolmabahçe açığına demirledi.
     Daha evvel 12 Eylül 1924 tarihinde Karadeniz seyahatine çıkan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl, beraberinde eşi Latife Hanım olduğu halde Mudanya’ya gelmiş. Buradan hareketle Hamidiye Kruvazörü ile İstanbul’a gelerek kendisini istikbâle çıkmış olan belediye reisi, resmi heyetler ve her iki kıyıda alkış tutan on binlerce halka rağmen yine de durmamış öylece Boğaz’dan çıkıp gitmişti. İstanbul halkını birazda üzen bu anlaşılmaz seyahat üzerinde o dönemde gazetelerde sert tenkitler yazılmıştı.
   İkindi sonrasında, saat altıyı biraz geçe, Nil Muşu Dolmabahçe rıhtımına yanaştı. Atatürk karaya ayak basar basmaz Deniz Bandosu İstiklal Marşı’nı çalmaya başladı. Balkan Harbi’nde şehit olan Binbaşı Ziya Bey’in kızı Naime ve Hasan Rıza Bey’in kızı Adalet Hanımlar, şehir namına birer buket takdim ettiler.
Benim için dünyada en büyük mükâfat, milletimin en ufak bir takdir ve iltifatıdır diyen Mustafa Kemâl kelimenin en yüksek ifadesiyle heyecan içindeydi. Rıhtıma yanaşırken, Cumhuriyet gazetesi Başmuharriri kendisine yaklaşarak ihtisaslarını sorduğunda, Atatürk, gülümseyen bir çehre ile dönerek,
Hatıralarımı, toplamaya çalışıyorum, biraz sonra, onları size söyleyeceğim,  demişti.
    Istıraplı bir zamanda, 8 sene, 1 ay ve 26 gün evvel bir Cuma günü Padişah Vahideddin’le “Mahfil-i Hümayunu’nda”*(Selâtin Camilerinde,  padişahın Cuma namazı sonrasında devlet erkânıyla görüştüğü mekân.)
yaptığı son görüşmeden sonra, 8 vatanın kurtuluşu ve milletin istiklâli için terk etmek zorunda kaldığı İstanbul’a yine bir Cuma günü dönmüş oluyordu. Rıhtımdan Hazine Kapı’ya kadar halı serili olan çiçekler atılmış yoldan yürüyerek maiyet erkânı ile bahçeye giren Atatürk selama duran askerlerin arasından geçerek saraya girdi. Biraz istirahat ettikten sonra kendisine saygılarını sunmak üzere bekleyen muhtelif cemiyetlerin ve teşekküllerin temsilcilerinin bulunduğu Muayede Salonu’na gitti. Aradan 11 yıl sonra yine aynı salonda fakat bu sefer halkın kendisi, ihtiram geçişini müteakip cenazesini 19 Kasım 1938 cumartesi sabahı yine bu Saraydan uğurlamışlardır. Nitekim Şevket Süreyya Atatürk’ün ilk İstanbul’a gelişini şöyle anlatır.
      “Arkasında karşılayıcıları ile rıhtımdan, Dolmabahçe Sarayı’nın büyük merasim salonuna gitmek için saray merdivenlerini çıkarken, birden adımlarını yavaşlattı, durakladı. Başını arkasına çevirdi. İstanbul’un iki kıyısı ile denizin yüzü, hala bağrışan, haykıran insan sesleriyle uğulduyordu. İstanbul’a bir süre baktı. Sonra birden sert adımlarla saraya yöneldi.
       Niçin duraklamıştı? Ne düşünmüştü? Niçin arkasına bakmıştı? Birden 16 Mayıs 1919’un o karanlık hatırasına mı gömülmüştü? Evet, şimdi şu Türk harp gemilerinin selam topları attığı Boğaz önleri, 16 Mayıs 1919’da, sıra sıra yabancı düşman gemileriyle doluydu…
      İşte artık bir saraydadır. Hem de saltanatı çalan bir sergerde, yeni bir hanedan başı gibi değil. Şimdi o, meşru bir devlet reisidir. Bir müstakil devletin başı. Hem de bu istiklal destanının altında onun imzası vardır. Gerçi bu mücadelede kendisiyle beraber yola çıkan arkadaşlarının en önde gelenleri şu anda yanında değildirler. Bir kısmı şimdi belki şu İstanbul’un köşe bucağında ve onu selamlayan top seslerini duydukça acaba neler düşünürler? Bu soruyu kimse cevaplandıramayacaktır…”9

             
                   Cumhur reisi Mustafa Kemal Paşa’nın Saraya ilk gelişi 1Temmuz 1927          

0 yorum:

Yorum Gönder