Harem-i Hümayun’da Eğitim
Harem-i Hümayun sarayda padişahın, çocukları ve eşleri ile yaşadığı ve gece uyuduğu ev kısmıdır. Arapça kökenli olan haremin kelime manası, girilmesi yasak olan ve saygı duyulan, korunan, mukaddes şey ve yer demek idi. Osmanlı sarayında haremin bir diğer adı Dar’üs-saade’dir ve anlamı saadet evidir.
Osmanlı saraylarında Harem, Mabeyn ile Kızlar Ağası Dairesi arasında yer alır. Bu bölüme yakın akraba olmayan erkekler ve Kızlar Ağası hariç müsaadesiz kimse giremezdi. Padişah ebesi, dadısı, süd ninesi, hayatta ise istediği gibi Harem’e girebilir, isterse Harem’de bir dairede, kalabilirdi. Bunun haricinde hastalık sebebiyle hekim ve cerrahlar, harem ağalarının refakatinde girerlerdi. Bir de, odun ve eşya nakleden Baltacılar. Bunlar, cariye kapısından girerler, işleri bitince, yine aynı yoldan çıkarlardı. Ayrıca cülus ve bayram törenlerinde altın tahtı bunlar taşır ve kurarlar, tören sonunda tekrar tahtı kaldırarak hazineye teslim ederlerdi. Baltacılar bu merasimde Padişahın tahtının arkasında bulunurlardı. Saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri gerekli yerlere dağıtmak gibi dış görevleri de vardı. Klasik dönemde, savaş zamanlarında Sancak-ı Şerif ile sadr-azam sefere gidince bu baltacılardan otuz neferi beraber gidip Sancak-ı Şerif altında Kur’an-ı kerim okurlardı. Haremde vefat eden şehzade, sultan, kadın efendi cenazelerini baltacılar taşırlardı. Vefat eden padişahın cenazesinin etrafında yalnızca baltacılar bulunur ve üzerinde siyah sorguç takılı padişah tabutunu elleri üzerinde bunlar taşırlardı.
Harem işleriyle ilgili bütün yazı işlerinde ve Harem’in Mabeyn’le olan irtibatında en üst makam Kızlar Ağalığı idi. Zenci veya Habeş hadımı olan Kızlar Ağası Harem’deki hadımların başı olan bir Harem ağası idi ve dairesi Harem bahçesinden bir duvarla ayrılmaktaydı. Kızlar Ağası’nın kullandığı binanın Harem’e en yakın bina olması Haremle doğrudan ilişkili olmasındandır. Kendisine Büyük Ağa da denilen Kızlar Ağa’sının bu daireden başka ikinci makamı sarayın Mabeyn bölümündeydi. Bu planlama Topkapı Sarayı’ndaki düzenlemenin aynısıdır.
Harem Ağaları hiyerarşisi; Kızlar ağası ( Darüssade Ağası), Hazine-i Hümayun Vekili Ağa, Valide Başağası, padişah musahibleri, hasıllu ağalar, başkapı gulamı ağa, yayla başkapı gulamı ağa şeklindeydi. Bunlar Harem Ağaları hiyerarşisinde birinci sınıfı teşkil edenlerdi. Bunlardan başka esas yekûnu oluşturan ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı sınıfı teşkil eden ağalar bulunmaktaydı.
Klasik dönemde şehzadeleri eğiten ve yaşamlarından sorumlu olan Kızlar Ağası Harem’e cariye ve ağaların devşirildiği teşkilatında başındaydı. Sarayın en yüksek amiri olarak gücünü Tanzimat dönemine kadar koruyan kızlar Ağası’nın yetkileri 19. yüzyılda Başmabeynci, Başkâtip ve evkaf nezaretiyle dağıtılmış, yönetimden soyutlanmışlardır.
Osmanlı arşiv kaynakları haremdeki hayat hakkında adeta tam bir sessizlik içerisindedir denilebilir. Haremde geçen hadiselerin önemli bir kısmı bugün bilinmemektedir. Zira orada olanlar çok defa içerde kalır, hiçbir surette dışarı sızmazdı. Çünkü burada yaşayanlarda aranan en mühim özellik, ketum olmaktı. Bu sebeple değil gördüklerini kaleme almak, hatta çok defa anlatmaktan da çekinilirdi.
Cariyeler
Harem’de yaşayan en saygın kişilik kuşkusuz valide sultandı. Onun kontrolünde haremde ikamet edenler; hanedan mensubu olan sultanların, şehzadelerin, kadın efendilerin, ikballerin yanında haremin hizmet erbabını teşkil eden görev ve derecelerine göre cariyeler gelirdi.
Osmanlı devlet teşkilatında önemli bir yere sahip olan Harem-i Hümayun ikametgâh görevinin yanında kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim müessesesidir. Nasıl ki Enderun-i Hümayun padişah, saray ve devlet hizmeti için erkeklerin yetiştirildiği bir akademiyse Harem-i Hümayun evi de padişah ailesinin ve saray hizmetleri maksadıyla saraya alınmış olan cariyelerin ikametgâh ve eğitim kurumuydu. Bu bakımdan hareme yüksek dereceli kadınlar akademisi de denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi sistemi bulunmaktadır.
Harem-i Hümayun hakkında arşiv belgelerine dayalı bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı Leslie P. Peirce bu konuda şunları söylemektedir:
“Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan ailesinin hizmetkârları için ise, bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir. Genç kadınlar, sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi. Enderun, saray içinde padişaha şahsî hizmet yoluyla erkekleri nasıl saray dışında hanedana hizmete hazırlıyorsa, harem de kadınları padişah ve annesine şahsî hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlıyordu.” 1
Harem’in temelde sahip olduğu bu özellik, hem padişah ve ailesinin, hem de saray hizmetkârlarının ikametgâhı ve mektebi olmasıdır. Bu hususta Harem adlı eserinde Çağatay Uluçay şu tafsilatı verir.
Cariyeler saraya hizmet görmek için alındığından önce çamaşır, külhan, aydınlatma, kiler, sofra gibi genel hizmetlere verilirlerdi. Bunlar pek güzel olmayan genç ve orta yaşlı cariyeler olurdu. En güzel olanları padişah hizmetine ona yakın olanlar da ve şehzadeler dairelerine gönderilirlerdi. İleride güzel olacakları umulanlarda haznedarlara ve kalfalara bırakılır, yetiştirilmeleri emredilirdi. İlk olarak, saray geleneklerine uyularak, yeni cariyelere, görünüşlerine, renklerine, güzelliklerine ve karakterlerine göre farsça anlamlı isimler verilirdi. “ Şayeste, Düzdudil, Ruhisar, Neş’eyap, Şevkiyar, Mahcemal, Hoşnaz, Şevkialaem, Nergizeda, Rengimelek, Neşedil, Feleksu, Hoşneva, Tarzınev, Laligül, Reftardil, Handeru, Perestu, Demsaz ..”gibi. Dikkat edilirse cariyelere verilen isimler dünyevi zevkleri hatırlatan, gönül açıcı anlamlar taşırlarken padişah kızlarına verilen isimler ise daha çok dini kaynaklıdır.
Harem’e alınan cariyelere, kalfalar tarafından terbiye, nezaket, büyüklere karşı saygılı olma hakkında bilgiler verildiği gibi uygulanırdı. Harem’e dair hatıralar okunduğu zaman bunlara nasıl dikkat edildiği cariyelerin ne kadar kibar olduğu derhal göze çarpar. 5-6 yaşında iken alınmış bu cariyeler, istikbalin ikballeri, kadın efendileri ve valide sultanları olacaklarından okuyup yazmalarına, saray görgülerini iyi öğrenmelerine son derece dikkat edilirdi. Hele padişah hanımı olacak olanları, Haznedar usta özel bir itina ile yetiştirir, efendisine yaraşır bir kadın olmasını sağlardı.
Harem’de yaşayan cariyeler üç kısma ayrılırdı. Acemiler, kalfalar ve ustalar. Harem’e alınan cariyelere ilk olarak Türkçe öğretilirdi ve bu dili çok güzel konuşmaları sağlanırdı. Saray göreneği ve çalışacakları işleri öğrendikten sonra bir cariyenin acemiliği sona erer ve bir kalfanın yanında hizmete girerdi. İleriki yıllarda kabiliyetine göre yükselir kalfa ve usta olurlardı. İslam dininin kanunlarıyla yetiştirilen cariyeler Müslüman olduklarından zaten Kur’anı okumayı öğrenmek durumundaydılar. Safiye Ünüvar Saray Hatıralarım adlı esrinde Sultan Reşad’ın kendisine “ Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara, verdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu iradem hoca hanım tarafından talebelerine söylensin” iradesini tebliği ettirtmişti. Bunun üzerine Safiye Hanım sınıfın kapısına şu levhayı yazdırıp astırmıştı. “Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez”.
Okumayı öğrenmenin yanında, cariyeler kabiliyetlerine göre bazı müzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bugün onlardan bize kalan eşyalarından ve elbiselerinden cariyelerin ayrıca dikiş dikmesini, dantelâ işlemesini, örgü örmesini de bildiklerini anlıyoruz. Bu bakımdan, Harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta eski saraylılar, acemilere: “Sarayda terbiye olmayan hiçbir yerde terbiye öğrenemez, burası terbiye mektebidir” 2 diye korkuturlarmış.
Harem’in mükemmel bir saz heyeti ve Tanzimat’tan sonra üniforma giydirilmiş mükemmel bir kız bando takımı vardı. İçlerinden yetişen Dilhayat Kalfa, en büyük Türk kadın bestekârlardandır.(1750-1820). Erkek muallimlerde Harem’e girebilir ders verebilirlerdi.
Harem’deki cariyeleri kızlar ağası değil, Baş hazinedar usta denen en büyük cariye yönetirdi. Derecesi bir vezire eşittir ve vezir maaşı alır. Elinde uzun ve yere değen bir asa taşır. Padişahın üç mühründen biri bu cariyededir. Hazinedar sayısı en çok on ikidir. Bunlar en rütbeli cariyelerdir. Valide Sultan’ın, Harem’deki sultan’ların, kadın efendilerin mabeyncilik(sekreterlik) görevleri de bunların üzerindedir. İlk beş hazinedar, padişahın yatak odasına serbestçe girebilir, baş hazinedar ise padişahın yatak odasına uyurken de girebilip mühim bir mesele için kendisini uyandırabilirdi. Baş hazinedar’ın düzen ve protokol hakkındaki ihtarlarına kadın efendiler bile uymaya mecburdu. İlk beş hazinedar, ikballere bile yanlış hareketlerini ihtar ile vazifeli idiler. Baş hazinedar, son derece grift olan Osmanlı Saray adet, terbiye ve nezaket kaidelerini yutarcasına bilirdi. Harem bayramlaşmalarını o düzenler, harem muayedesinde büyük tuvaletini giyer, altın mühr-ü hümayunu ve nişanlarını göğsüne takardı. Harem dışındaki törenlerde bulunamazdı. Her hazinedar’ın hizmetinde cariyeler olup Baş hazinedar’ın şahsi hizmetinde yirmi kadar cariye bulunurdu. Hazinedarlardan sonra beş Kâtibe Kalfa gelirdi ki bunlar protokol ve kabul işleriyle uğraşırlardı. Protokol sırasıyla çamaşırcı, ibriktar, çeşnigir, kahveci, kutucu, kilerci şerbetçi denen cariyeler gelirdi. En kıdemlilerine mesela Başkahveci Kalfa ve muavinine İkinci Kahveci Kalfa denirdi.
Padişah eşlerinin ve prenseslerin emrindeki nedime cariyelerinin sayısı haşmet unsuru idi. Bu cariyeler bir şey yapmazlar, görerek ve dinleyerek öğrenirlerdi. Bilhassa bunların arasından padişah hanımları yetişmiştir. Rütbeli cariyeler törenlerde mücevherler içinde gezerlerdi. Fakat bilhassa nedime olanlar, mücevherlere boğulmuş denecek şekilde süslenirdi. Evlendikleri zaman bu mücevherler kendilerine bırakılırdı.3
Padişah Çocuklar
Padişah Kızlarının Eğitimi
Osmanlı saraylarında Padişah eşlerine Kadın Efendi, Şehzade eşlerine ise Hanım Efendi denilirdi. Padişahın bir çocuğu dünyaya geldiğinde doğum derhal top atışları ile halka duyurulurdu. Yedikule ve Topkapı Sarayı’nın sahilinde bulunan toplardan eğer doğan bir şehzade ise yedi, kız ise üç atış yapılırdı. Top atışı günde beş kez tekrarlanırdı.
Padişah veya şehzade kızı, yani baba tarafından Devletin kurucusu Osman Gazi’nin soyundan gelen Osmanlı İmparatorluk prenseslerine İstanbul’un fethinden itibaren günümüze kadar “sultan” ve saygı ve nezaket unsuru olarak “sultan efendi denmiştir. İstanbul’un fethinden önce “hatun” denirdi
Bir sultan doğar doğmaz kendisine bir daire ayrılır, emrine dadı, sütnine, kalfa ve cariyeler tahsis edilirdi. Çocuğun eğitimiyle kendi anneleri, dadı ve kalfası uğraşırdı. Yürümeye başladığında kalfası, ya da dadısı ile beraber aynı yaştaki çocuklarla oynar, bahçelere çıkar küçük cariyelerle vakit geçirirdi. Sultanlar, kalfasız ve dadısız asla dışarı çıkmazlardı. Bu oyunlara zaman zaman, geleceğin Harem ağaları olacak küçük zenci çocukları da katılırdı.
Sultanlar, okuma çağına gelince irade-i şahane ile derse başlarlar ve kendilerine atanan hocalar tarafından ders görürlerdi. Sultanlar, derse törenle başlarlardı. Çoğu zaman, törenlere padişah da katılırdı. Bazen Besmeleyi padişahın kendisi çektirirmiş. Derse başlamadan önce, sultanlara, hocalık takımı yapılır. Ve hazırlanırdı. Hocalık takımı şunlardı: Kapakları tuğralı bir cüz elifbe, bir Amme cüzü, inci, sırma ve tırtıl işlemeli, üzeri pırlanta elmasla süslü kadife cüz kesesi, roje elmasla süslenmiş gümüşten yapılmış küre rahle, inci, sırma ve tırtıl işlemeli bir atlas minder, iki tane pırlanta elmaslı altın hilal, birisi sadece, bir tane sırma işlemeli, sırma saçaklı kadife kaplı yaldızlı ağaç rahle, klaptan saçaklı, gümüş bürümcük telli rahle örtüsü, beş tane pırlanta elmaslı iğne, inci, sırma ve tırtıl işlemeli ve yine harçları bunlardan olan entari, bir tane inci, sırma, tırtıl işlemeli harçlı, mor atlas baş başlığı, bir tane fermayış şal, bir tane telli bohça.5
Hanedana mensup kızlarla erkeklerin bir arada okudukları şüphesizdir. Çünkü buraya devam edenler yalnız padişahın çocukları yani birbirinin kardeşleri oldukları için aralarında kaçgöç olamazdı. Topkapı Sarayı’nda başka yerlerde oturan şehzadelerin çocukları ise tabiatiyle bu mektebe gelemezlerdi. Onlar da saraylarında otururlardı.6
Topkapı Sarayı’nda, dersler Şehzadeler Dershanesi’nde okunurdu. Yıldız Sarayı’nda ise kızların ve şehzadelerin dershaneleri ayrılmıştı. Sultanlar, Küçük Mabeyn Odası’nda ders okuyorlardı. Ders öğleye kadardı. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’ yazdığı “Babam Abdülhamid” adlı kitabında sultanların okudukları dersler hakkında bizlere şu bilgileri aktarır: “ Biz gitmeden önce sarayın hademeleri, dairenin büyük salonuna kırmızı kadife minderler ve rahleler koyacaklardı. Rahlelerin üzerinde dvit, kamış kalemlerimiz duracak, hocalarımız sır katibi Hasip Efendi ile, özel şifre katibi kamil Efendi. Hasip Efendi Kur’an-ı Kerim, Arabî, Farisi; Kamil Efendi de Türkçe ve kıraat, kavaid-i Osmanî, hesap, tarih ve coğrafya dersleri verecekti. Annem, mektep çantamı hazırlamıştı. Fevkalade güzel mor kadife üzerine gümüş işlenmiş bir çanta içine kıymetli yaldızlar içinde elifbe cüzü, altın ve uçları elmaslı hilaller konmuştu. Mor rengi çok sevdiğim için bu renkte hazırlamışlardı.”
Sultan Reşad zamanında hemen hemen aynı dersler Yıldız Sarayı’nda okutulmuştur. Yalnız bunlara ulumu diniye ile jimnastik dersi ilave edilmiştir. Okumada önemle üzerinde durulan şey, Halife’nin çocuklarının Kur’an-ı Kerim’i doğru okumalarını temin etmekti. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’e çok önem veriliyordu. 19. Yüzyılda bilhassa Tanzimat Devri’nde Batılı musiki aletlerine, en çok piyanoya önem verilmiş, birçok sultanlar piyano çalmasını öğrenmişlerdir. Bazı Şehzadelere ve Sultanlara Fransızca öğretilmiştir. Nitekim Sultan Abdülaziz’zin 1867 Avrupa seyahatinde yanında götürdüğü şehzadelerden Murad Efendi mükemmel tahsil görmüş hem Batı, hem Türk musikisine vakıf bu yakışıklı şehzade Fransa ve İngitere’de gittiği davetlerde konuştuğu işlek Fransızcasıyla hayli sükse yapmış çevresindekileri kendisine hayran bırakmıştı.
Şehzadelerin Eğitimi
Osmanlı hükümdar sülalesinin erkek evlatları için ilk devirlerde “ bey”, “çelebi” ya da “emir” denilirdi. Sonra “sultan”, “han” denmiştir. 1826 tarihinden sonra sultan ve han unvanları padişaha tahsis edilerek, bütün şehzadelere, Veliahd dâhil olmak üzere “efendi” denmiştir. Daha sonra kullanılan şehzade tabiri Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etmiştir. Yeni doğan bir şehzadenin hizmetine, usta denilen yirmi kadar genç kız tayin edilir ve annesi çocuğun bakılmasına ve büyümesine nezaret ederdi. Bu maiyetin başlıcalarından ağa denilen üç kişi has odalılardandı. Bunların içinden en yaşlısı şehzadenin baş mürebbisi olup kendisine baş lala derlerdi. Bunun emri altındaki diğer üç hadım ağası da lala unvanını taşırlardı. Padişah çocuklarını hiç kimse öpemez ve Daye ve Dadı’dan başkasının kucağına verilmezdi.
Osmanlı şehzadesi beş altı yaşına yani tahsil çağına geldiği zaman kendisine bir hoca tayin olunarak merasimle derse başlattırılırdı. Şehzadenin bu derse başlamasına “bed-i besmele” denilirdi. Bu merasimde ve davetlilerin huzurunda iptida Şeyh-üli İslam Efendi teberrüken şehzadeyi eski alfabe tertibi üzere elif’ten ye’ye kadar okutur ve sonra dua eder ve merasim nihayet bularak tahsili, tayin olunan hocasına bırakılırdı. Şehzadenin derse başlaması münasebetiyle kendisine lazım olan elifba ile cüz kesesi, hilal ve saire mükemmel ciltlenmiş tezhipli olarak Sadrazam tarafından hediye olarak takdim edilirdi. Hoca şehzadeyi Tanzimat’a kadar Dar üs- sade ağası dairesinde, Tanzimat’tan sonra sarayda tahsis olunan dairelerden birinde okuturdu. Kur’an-ı Kerim’i hatmeden şehzadeyi Sadrazam ve sair devlet erkânı tebrik ederler, hediyeler de verirlerdi. Şehzadelerin padişah olanlarının hocalarına ”Muallim-i Sultani” denilirdi.7
Şehzade ve Sultan çocukların “taya” denen ihtiyar Enderun mensuplarından erkek hizmetkâr mürebbileri vardı. Bunlar çocuk şehzade ve sultan’ları Harem’den dışarı çıkarıp hizmetlerinde bulunurlardı. Şehzade biraz büyüyünce ayrıca lalası olurdu. Lala, mühim görevlerde bulunmuş emekli ve muhterem devlet adamlarından seçilirdi., fakat genç lalalar da vardır. Lala’nın görevi, taya’nın görevinden ileri idi. Şehzadenin askerlik, silahşörlük, binicilik hocası idi.
Bilindiği gibi devlet idaresinde bilgi edinmek için 16.asrın sonlarına kadar şehzadeler sancağa çıkarılırdı. Taşrada valilikte bulundukları bu esnada şehzadeler, başta annelerinin refakatinde özel hocalardan ders aldığı gibi devrin tanınmış devlet adamlarından seçilen lala’sının yardımıyla da gördüğü bu öğrenim sürecinde padişahlığa hazırlatılırdı. Serbest bulundukları zamanlarda ata binip, ok atmak, avlanmak, gürz kullanmak gibi spor hareketlerinde bulunurlar ve silahşörlükte kendilerini yetiştirirlerdi.
17.Yüzyıldan sonra şehzadeler saraya kapatılınca burada cariyeler tarafından tahsil görürler ve bazıları can sıkıntısından vakit geçirmek için mücevhercilik, kuyumculuk, tornacılık gibi sanat öğrenirler, ok ve yay yaparlardı.
Tanzimat’tan sonra şehzadeler daha serbest bir hayata kavuştular ve önde gelen devlet adamları, memleketin aydınları ile bilginlerle, ediplerle, şairlerle görüşerek halkın içinde gezebilir oldular. Öğrenimlerini saraya gelen hocalardan yapan Osmanlı şehzadelerinin bir kısmı askeri okullara devam ettiler ve tahsillerini yurtdışında tamamlayarak, Orduda görev aldılar. Nitekim Birinci Dünya Savaşı boyunca askerlerimiz çeşitli cephelerde vatanları uğruna cansiperane çarpışırlarken, bu şehzadeler, bilindiğinin aksine saray ve konaklarında oturmayıp, atalarının büyük fedakârlıklarla kurdukları devletlerine hayatlarını vakfederek, Ordumuza bizzat hizmet etmişlerdir. Bunlardan bazısının ismini sayacak olursak;
Sahra Topçu Binbaşı Abdürrahim Efendi
Süvari Yüzbaşı Osman Fuad Efendi
Piyade Yarbay Abdülhalim Efendi
Piyade Mülazım- ı evvel(Üsteğmen) Ömer Faruk Efendi
Mülazım- Sani (Teğmen) Şerafeddin Efendi
Süvari Üsteğmen Ahmed Nureddin Efendi
Yukarıda adı geçen şehzadelerin savaştıkları cephelerden muhtelif sebeplerle saraya çektikleri telgraflardan, Milli Saraylar Hazine-i Hassa Arşivi’nde çok sayıda mevcuttur. Bu telgraflardan bir örneğinin çevirisi şöyledir.
24/ 7 /1915
Warnewille
İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı Baş kitabet Dairesi’ne
Batı harb sahasından Prens Abdülhalim ve Osman Fuad Efendilerin milli bayramı en içten tebrik ettiklerini, İmparatorları Majesteleri’ne iletmelerini, ekselanslarından rica ederim.
Ondördüncü Kolordu’dan
Albay
VON STREMPEL 8
ÜNAL KARINCALI
NOTLAR:
1 Leslie P. Pierce, Harem-i Hümayun. Sayfa.119.
2 Çağatay Uluçay, Harem, sayfa,19
3 Yılmaz Öztuna Omsalı Devleti Tarihi. Sayfa 27.
4 II.Abdülhamid Devrinde Harem Hayatı. Hayat 1963, I.sayı1,s.7.
5 Çağatay Uluçay, Harem, sayfa, 86
6 Tarih Deyimleri Ve Terimleri. M. Zeki Pakalın C.III. s.332
7 Tarih Deyimleri Ve Terimleri. M. Zeki Pakalın C.III. s.332
8 Milli Saraylar Hazine-i Hassa Arşivi, E.III / 76 Lef 11
0 yorum:
Yorum Gönder